Kitap çalışması
I.BÖLÜM
KISA KÜRT TARİHİ
Millet aynı topraklarda yaşayan,aynı kökenden gelen,tarihi,gelenekleri(örf, adeti aynı olan), Dil birlikteliğine sahip insanların oluşturdukları topluluktur.Milliyetçilik ise siyasi bir görüş olmakla birlikte kendisine has bu sosyolojik değerleri birçok şeyin üstünde tutan ve bu değerlerin birliğini sağlayarak geliştirmek ve yaşamsal kılmaktır.
Birincisi bir realitedir.Yani insanın iradesi dışında gelişen kabullenilmesi kaçınılmaz olan doğal bir durumdur.İkincisi yani milliyetçili ise feodal toplum değerlerinin zayıflaması sonucu pozitivist düşünce sisteminin gelişmesiyle 1789 Fransız burjuva devriminin sonrasında ortaya çıkan siyasal bir görüş ve ideolojidir. Bu ideolojinin egemen olmaya başlamasıyla imparatorluklar yıkılmış yerini milli devletler kurulmaya başlandı.
Doğal olarak bir çok milliyeti bağrında barındıran bir imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğunun etki alanı içindeki bir çok milliyet ayrılarak kendi milli devletlerini kurdular. Bu nedenle Osmanlı topraklarında 30 civarında devlet kuruldu.
Orta Asya’dan kopup boylar halinde İslamiyet’in hakim olduğu Ön Asya ve Ortadoğu coğrafyasında İslamiyet’i kabul ederek yaşayan Türkler zamanla güçlenip Abbasi İmparatorluğuna son vererek Selçuklular Hükümdarlığını kurdular. Arapları hakimiyetine aldıktan sonra batıya yönelerek 1071 yılında Doğu Bizanssın hakimiyeti altındaki Anadolu’ya girdiler.Bu noktada Kürtlerin ve Türklerin ilk Buluşması ve ittifakı gerçekleşti. Kısa bir süre sonra Selçukluların siyasal birliği bozulunca Anadolu’nun değişik bölgelerinde Selçuklular beylikleri oluşmaya başladı.Osmanlı en uç Batı beyliğiydi. Zamanla diğer bütün güç ve beylikleri kendine bağlayarak ümmet ideolojisi etrafında altı yüz yıl hüküm sürecek,Hilafeti de temsil edecek Osmanlı İmparatorluğu kuruldu.
Kürtler ise tarihin bu çok önemli değişimin yaşandığı dönemde üç bin yıllık tarihleriyle birlikte kendi topraklarında (Mezopotamya’da)Arap, Fars ve Bizanssın parçala, böl, yönet politikalarına maruz kalmış, küçük beyliklere bölünmüş,aşiret ilişkileri içerisinde yaşayan bir halktı. Aynı zamanda İslamiyet’i kabul edip bu değerler çerçevesinde yaşamaya devam edip,1071 yılında Türklerin Bizanssı yenip Anadolu’ya girmesini sağlayan bir halktı Kürtler. Din birlikteliğinden dolayı Türk-Kürt ittifakı savaşarak Türklerin Anadolu’ya girmesini sağladı. Ümmet düşüncesi birlikte yaşama iradesini güçlendirmiştir.Çünkü Osmanlı artık kendisini bir etnik varisin sahibi olarak görmüyordu. Türklük hayatın hiçbir alanında ve sarayda kabul görmüyordu. Hatta Etrak-ı bi idrak (dışlanmış, idraksız) olarak değerlendiriliyordu. Bu İmparatorluk hegemonyası altındaki Kürtler bir çok haksızlığa uğramasına rağmen kendi topraklarında imtiyaza sahipti. Beylikler halinde kendi içlerinde Özerk yaşıyorlardı. Zaman zaman kendi adlarına para bastırılmış, kendi adlarına hutbe okutmuşlar. Beyliklerin beyi , beyler beylerini kendileri seçtirmişlerdir. Bu beyliklerden bazıları Botan (Cizre) civarında Bedirxaniler, Süleymaniye’de Babanlar,Abdurrahman paşa v.b. gibileri.
Osmanlı Batı da yenilgilere uğradıkça kendi otoritesini valiler, aracılığıyla Kürt beyleri üzerinde kurmaya çalışıyordu. Haksız vergiler,topraklar ve Mülkiyetler üzerinde değişiklikler,askere almalar v.b.haksızlıklar karşısında 1800’lü yılların başlarında ilk isyanlar olarak Babaniler , daha sonra Bedirxaniler isyanı başladı.
Kürt coğrafyasında yaşanan bu ve sonraki isyanların tümü kanla bastırılmış,isyanların liderleri idam edilmiş,sürgüne gönderilmiş,bu durum sür git günümüze kadar devam etmiştir.Ancak bu uygulamalar Kürt halkında sisteme karşı güvensizlik ve nefret duygularından başka hiçbir işe yaramamıştır.Bastırılan isyan,tutuklamalar,katliamlar yeni bir isyana ebelik etmiştir.1800’lerin sonralarına doğru ümmet düşüncesinin zayıflaması jön Türklerin Türkçülük akımına öncülük etmesi, Kürtlerde de milliyetçilik duygularının gelişmesine yol açtı.Kürtler kendi coğrafyalarında medreseler ve tarikatlarda kanat önderlerinin öncülüğünde örgütlendiler.
Kürt isyanlarında Nakşi-bendi tarikatı ivme kazandırıcı bir öğe olarak rol oynaması görülen bir gerçeklik olmuştur. Kendi kaderini tayin etme fikri 1880 yılında şeyh Ubeydullah öncülüğünde bir ayaklanamaya yol açmıştır. 1876 yılında I Meşrutiyetin ilanıyla padişahın yetkileri kısıtlanmış, burada Jön Türkler aracılığıyla Türklük devlete egemen kılınmaya çalışılmıştır. II Abdülhamit zamanında Kürtler ile zayıflayan ilişikleri yeniden canlandırmak için Hamidiye alayları kurularak kimi Kürt beyliklerine yeni imtiyazlar verildi.Bu dönemde iki aşiret okulu, biri İstanbul’da diğeri Bağdat’ta kurulmuş,aşiret üyeleri ve çocukları bu okullarda okutularak Kürtler ile iyi ilişkiler kurulmaya çalışılmıştır. Burada amaçlanan Kürtleri Osmanlıya bağlamaktır. Ön Türklerin devamı olan İttihat-Teraki kliği 1908’de II Meşrutiyeti ilan ederek Hamidiye Alaylarını dağıtmıştır.
Jön Türklerin ve İttihat- Terakki kadrosunun ırkçı,dışlayıcı yaklaşımı karşısında Kürtler’de ilk defa Milliyetçilik duygusu gelişmeye başlamıştır.Bu dönemde Seyit Abdulkadir ve Bedirxanli Ali Emir Öncülüğünde Kürt Terakki ve Tevaun Cemiyeti 1908’de kurulmuştur.Devamında İstanbul’da ki Kürt Öğrenciler Hevi (Umut) Cemiyetini kurarak başta Diyarbakır,Erzurum olmak üzere şübeler açarak (Roja Kurd) Kürt Güneşi adlı bir dergi yayımlamaya başladılar. Dr.Abdullah Cevdet, Memduh Selim, Yusuf Ziya, Kemal Fevzi gibi dönemin Kürt Entelektüelleri ulusal içerikli yazılar yazmaya başladılar. Aynı dönemde Mele Selim öncülünde Bitlis ve Siirt’te başlatılan harekat kısa süre içinde bastırılınca ayaklanma liderleri Rus Konsolosluğuna sığındılar.Rus Yetkilileri isyancıları İttihat Terakki yetkililerine teslim ederler.Böylece İttihat Terakki teslim edilen Önderleri idam ederler. Bu durum halk üzerinde yönetime karşı kin ve nefret duygularını doğurur.
1914 yılında İttihatçılar Osmanlı Devletini 1.dünya savaşına sokarlar. Kürtler Osmanlı Devletiyle birlikte savaşa girerek bütün cephelerde büyük kayıplar verdiler. 1918 yılında yenilgiyle biten savaşın sonunda Mondros Mütarekesi imzalandı.Savaş Sonrası diğer etnik toplumlar gibi Kürtler de yasal örgütler kurarak özgürlük istemlerini dile getirdiler. Bu faaliyetler çerçevesinde İstanbul’da Kürt Teali Cemiyeti ismiyle bir cemiyet kuruldu. Cemiyetin Yürütücüleri Seyit Abdulkadir ve kimi aydınlardan oluşuyordu. Seyit Abdulkadir aynı zamanda dönemin sayıştayı olan Şurayı devletin de başkamıydı.Aynı dönemde M.Kemal Samsuna Çıkıp, yanına kimi Kürt aşiretlerini de alarak Erzurum ve Sivas Kongrelerini topladı. Bu toplantı,gezi ve kongrelerde M. Kemal sık sık “Kurulacak Cumhuriyetin Türklerin ve Kürtlerin ortak Cumhuriyeti” olacağını vurguluyordu. “Kürtlerin ve Türklerin yeni devletin iki kurucu üyesi” olacağını vurgulaması Kürtlerde sempati topluyordu.Aynı zamanda Kurtuluş savaşı da sanki programlanmış gibi devam ediyordu.Sovyetlerle Kars Anlaşması, 1921 de Fransızlarla Ankara anlaşması yapılır.Ardında İngilizler atlaya sürgüne gönderdikleri Türk yöneticileri serbest bırakarak Yunanistan’a olan desteğini çekti. Osmanlının tebaasından olan Yunanlıların Ege ve Akdeniz üzerindeki tarihsel iddialarını 3,4 milyon nüfusuyla gerçekleştirmesi mümkün değildi.Yunanlılar tüm cephelerde savaşı terk edip kaçtılar.Kimi önemli tarihçilere göre kayıplar birkaç yüz kişiyi geçmemişti. Bu durum Anti-Emperyalist olarak nitelenen Ulusal kurtuluş savaşının 2 yıllık bir sürede bitmesi konusunda kuşkular yaratmıştır.Bu kuşku gelecek kuşakların tarihçileri tarafından mutlaka açığa çıkartılmayı ve aydınlatılmayı bekleyecektir.
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Kemalist devrimler kanlı bir şekilde bir birbiri ardından gelmeye başladı. Anadolu’da yaşayan halklar bu uygulamalar karşısında şaşkın bir biçimde Cumhuriyete uyum sağlamakta güçlük çekiyordu. Bir günde okuma yazma oranı sıfırlanmıştı.
İttihat Terakinin devamı olan Cumhuriyet yeni kadroları M. Kemal ve arkadaşları 1.meclisin içinde bulunan liberal,kısmen demokrat, muhafazakar, muhalifleri tasfiye ederek, idam edip kimilerin sürgüne göndermiştir.
Redd-i miras üzerine oturtulan yeni rejim, Osmanlının kaba, anti-demokrat kurum ve uygulamalarını da yeni sisteme entegre etmiştir.Sarayda dönen entrika, komplo ve katliamlar devem ederken, Teşkilat-ı Mahsusa ve İstiklal Mahkemeleri eliyle aynı uygulamalar sürdürülmüştür.
Bu yeni sistemde Kürtler, liberaller, Sosyalistler, dindarlar dışlamıştı.Osmanlı da bir çok sorun yaşayan bu kesimler,yeni rejimde tümüyle tasfiye edilmiştir.
Mithat paşanın II. Abdulhamite karşı başlattığı Siyasal mücadle Batılı devletlerin desteğiyle Enver ve Talat Paşanın Osmanlıyı .Dünya savaşına sokarak yüz binlerce ölü ve büyük toprak kayıplarıyla Anadolu Topraklarına sıkıştırılmış yeni bir sistem kuruldu.Bu yeni Türk(T.C.) Devleti M. Kemal ve arkadaşları(İnönü) tarafından bir yeni bir stratejinin parçası olarak kuruldu. Yeni devletin kadrolarının tümü Kafkas ve Balkanların farklı etnik yapılarından gelmektedirler. Başka bir ifadeyle yeni T.C. Balkan ve Kafkas göçmenlerinin oluşturduğu bir devlettir. Yeni kurulan devletin resmi ideolojisinin oluşmasına ise en çok Kürtler katkıda bulunmuştur.Dr. İsahk Sukuti, Ziya Gökalp ve Dr. Abdullah Cevdet resmi ideolojinin teorisyenleridir ve Kürt’türler.
Çok uluslu, farklı din ve mezheplerden oluşan renkli Omsalı İmparatorluğundan yeni bir Ulus devlet kurmanın zor olduğunun bilincinde olan Cumhuriyetin kurucuları, Avrupa’dan bilim adamı kimliği adı altında getirdiği misyonerler eliyle yeni bir tarih yazdırmaya koyuldu. 1930’ların Avrupa’sında Hitler Mussolini, Franko öncülüğünde gelişen Faşizmin etkisiyle tek dil,tek din, tek ulus yaratma çabaları yoğunlaştırıldı. Oluşturulan resmi ideolojinin en temel faktörleri olan Türk tarih tezi ve Güneş Türk Dil Teorisi Avrupa Faşizminin izlerini taşımaktadır. Bu tezlerde “Dünya Medeniyetinin Türklerle başladığı, Türkçe’nin dünyanın en zengin dili olduğu, 3000 yıllık tarihi olan ve Mezopatamya’da yaşayan Sümerler, Hititlerin Türk olduğu, Amerika kıtasındaki inka ve Maya Uygarlıklarının Türklerle başladığı” gibi komik ve bilimden yoksun iddialar ortaya atılmış ve genç beyinler empoze edilmiştir. Helen Roma uygarlıklarında olduğu gibi Tarihi, mitolojik tanrılar, kahramanlar yaratılarak sonradan bunlar “Ulu Önder” le özdeşleştirildi. Böylece ders kitaplarının içerikleri, konuları resmi ideolojinin yalanlarıyla donatıldı. Ve bu masallar eğitim politikalarıyla zorunlu biçimde okullarda gençlere okutulup seksen yıldır da okutulmaya devam ediliyor. Burada ünlü bir Afrika atasözünü dile getirmek anlamlı olacaktır: “Aslanlar kendi tarihlerine sahip çıkmadıkça, avcılık öyküleri hap avcıyı yüceltecektir”.
1930’larda T.C. devleti bu resmi ideoloji üzerine paradigmasını oluşturarak hızlı bir şekilde kurumlaşıyordu.Bu ilerleme sürerken Kürt entelektüellerde kurdukları cemiyetler aracılığıyla bir takım haklar(özerklik) talep ediyorlardı. Bu arayışların sonucu 1922’de ilk başkaldırı Koçgiri de Alişer ve Dr. Nuri Dersimi öncülünde başladı. Koçgiri İsyanı çok sert ve kanlı bir şekilde bastırıldı. Ve bu daha sonraki isyanlar sürecinde imha ve sürgün dönemi başladı.
1925 yılında başlayan Şeyh Sait ayaklanması kendi döneminde olan ayaklanmaların en kapsamlısıydı. Bu harekata ivme kazandıran olgu Nakşibendi tarikatıdır. Nakşibendi Tarikatının müceaddit ve muhafazakarlık kavramlarına getirdiği ilerici( O dönemin anlayışına göre) yorum ile Şeyh Said’in halk arasındaki saygınlığı hareketi lokal olmaktan çıkarıp daha geniş bir Coğrafyaya yayılmasını sağladı. Daha tebliğ ve örgütlenme aşamasında basit bir provakasyon sonucu zamansız başlayan harekat buna rağmen kısa sürede bölgenin önemli bir bölümü kontrol altına alındı. Diyarbakır’a girildiğinde İngilizlerin direktifiyle Fransızlar Suriye demiryolu hattını Türk askerlerine açtı ve böylece Şeyh Said ve ayaklanmaya katılanlar arkadan sarıldı. Harekata Hamidiye alayları döneminde milislik yapanların halka kötü davranmalrı aşiret reislerinin birbirleriyle olan çelişkilerinin su yüzüne çıkması ve bazılarının bireysel davranışları dağılmalara neden oldu. Tabii sonuç yine kanlı bastırılma, infazlar ve 47 idam… Bu harekattan hemen sonra Takrir-i Sükun Kanunu çıkartıldı.Tüm bölgede köy yakmalar, boşaltmalar, sürgünler devam etti.
Türk Meclisi gizli zabıtlarında yazılı olan M. Kemal’in vaatlerinin tersine tekleşme, asimilasyon ve anti-demokratik uygulamalara tepki olarak ayaklanmalar devam etti.1929 Ağrı İsyanı ve bu isyan bastırıldıktan sonra 1937 yılında Dersim İsyanı patlak verdi.Dersim İsyanının lideri oğluyla birlikte yargılanmadan idam edildi.Yine her seferki gibi aynı son…
Bu gelenekde İttihat Terakki geleneğidir. Bu gelenek cuntacılık, komitecilik, çetecilik, tepeden inmecilik vardı. Bu gelenek inkar ve imha var. Aynı gelenek 1900’lerin başında aynı zamanda bir Kürt olan Süleymaniye Valisi Süleyman Nazif Molla Mustafa Barzani’nin abisi olan Şeyh Abdulselam zomanlar on beş yaşında olan Molla Mustafa Barzani’nin gözleri önünde idam edilmişti. Abisinin idamı gözleri önünde gerçekleşen Molla Mustafa Barzani and içerek “bir daha onlara asla teslim olmayacağım” diyerek yaşamının dörtte üçünü dağda geçirdi
1940 -60 süreci uzun bir suskunluk sürecidir. Kürt coğrafyasında yaprak bile kımıldamaz. Cumhuriyet yöneticileri “Kürdistanı Ağrı dağına gömdüklerini ve üzerini betonladıklarını” söylerler. Türkiye’de 1946’da çok partili yaşama geçilir. Devlet partisi CHP, yerini Demokrat partiye bırakır. DP kurulma aşamasında iken İnönü, Celal Bayara tek şartının “Kürt coğrafyasında teşkilat kurmayın” oldu. Celal Bayar “bunu Batıya ( Avrupa, Amerika) anlatamayız diyerek red etti.
Yüzünü modernleşme projesi diye Batıya dönen T.C. devleti 1946 yılında ABD ile askeri anlaşma imzalar. CENTO, NATO, AT gibi birçok topluluğa üye olarak kendini bağlar. Bu arada Türkiye çok partili yaşama girer. Aslında çok partili demek çok da doğru bir ifade olmaz. Türkiye’de kurulan partiler ya birbirlerinin içinden çıkma yada izinle kurulmuş partilerdir. Kömünist, Sosyalist, Kürt halkını savunan partilere yer yoktur.T.C. tarihinde kurulanlar da ya kapatılmış ya da çeşitli entrikalar ile siyasal hayattan dışlanmışlardır. Diğerleri birbirine benzeyen, aynı yerden talimat alan partilerdir. Türkiye’de oynanan bir Demokrasicilik oyunudur. Siyasal partilere tanınan ekonomik düzenlemelerin ötesine geçmemektedir. Politikayı Ordu ve yan kuruluşları yapmaktadırlar.
1943 yılında Van’ın Özalp ilçesinde 33 yoksul köylü,Orgeneral Mustafa Muğlalı komutanlığı altındaki askerlere, Sefo Deresinde kurşuna dizildiler. Bir trajedidir ki cesetler altında sağ kurtulup İran’a kaçan İbrahim Özay isimli köylü yıllar sonra haber yollayıp “eğer Paşa beni affederse gelip elini öpeceğim” diyor.Bu korkunç trajedi ile birlikte ikinci olarak da Psikoanalitiğin algi alanına giren şu olayda incelenmeye değerdir. Köylüleri ihbar eden kişinin torunu olan Yazar Günay Aslan 33 kurşunu en iyi yazan Kürt yazarlarımızdandır. Tabi ki Kürt olan Ahmet Arif’in 33 kurşun ağıtını çok başarıla biçimde şiirleştirmesini de unutmama gerekir.
Kürtleri sisteme bağlamanın diğer bir yolu da 55 kişinin değil idam ettikleri önderlerin torunlarını da millet vekili seçildi. 1959 yılında 49’lar davası olarak bilinen dönemin Kürt aydınları tutuklandı. 27 Mayıs 1960 yılında askeri darbe yapıldı.Demokrat Parti kapatıldı. Menderes, Polatkan ve zorlu idam edildi. Kürt coğrafyasında yaşayan 55 Kürt Sivas’ta bir kampta toplandı ve eşitli illerde iki yıl süreyle sürgün yaşadılar. Ne yazık ki sonradan sürgüne gönderilenlerin çoğunun akrabaları daha sonra düzen partilerinde milletvekili seçildi. Bu da başka bir paradoksu gösteriyor.
1961 yılında yapılan yeni anayasa kısmı da olsa hak ve özgürlüklerin önünü açmıştı.Çağdaş Demokrasilerdeki Anayasalardan geri de olsa Türkiye’de Yapılan en Demokratik anayasadır.Bu Anayasadan faydalanarak çeşitli demokratik kurum ve örgütlenmeler oluştu. Öncelikle TİP kurulur. Arkasından üniversite de fikir kulüpleri kurulur.Sosyalist fikirler toplumda taban bulmaya başladı ve bu çerçevede sivil toplum örgütlerinde, sendikalarda karşılığını buldu. İstanbul ve Ankara’da okuyan Kürt öğrenciler belli dernek ve yayın organları etrafında örgütlenmeye başladılar. 1965 yılında Türkiye KDP si kuruldu. Parti Kürt halkı için Otonomi istiyordu. Partinin genel sekreteri Av. Faik Bucak hala aydınlanamayan bir suikastla katledildi. 1965 seçimlerinde TİP 15 milletvekiliyle Meclise girdi.Kürt gerçeği ilk defa, dar bir aydın çevresinde çıkıp kitleler tarafından savunulmaya başlandı. Bu mitingler Diyarbakır, Suruç, Silvan, Varto, Ağrı, Batman, Siverek, Lice gibi kentlerde kitleselleşerek Kürt gerçeğinin yoğun tartışılmasını sağladı.
1969 yılında Doğu Devrimci Kültür Ocakları (DDKO) kuruldu. Cumhuriyet döneminin ilk yasal örgütlenmesiydi. Bölgenin bır kısmında örgütlenme şansını buldu. 1961 anayasasının özgürlük ruhu ile 1968 dünya Devrimci gençlik harekatının Paris başta olmak üzere Üniversitelerde ki mücadelesi Türkiye’de ki üniversiteleri de etkisi altına aldı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Mahir Çayan ve arkadaşları, İbrahim Kaypakkaya ile çevresindeki gençler bir takım eylemlilik içerisinde girdiler. 1971 yılında kuvvet Komutanları bir muhtırayla AP Hükümetini ve üyelerini devirdi. Nihat Erim başkanlığındaki askeri bir hükümet kuruldu.(Çoğu sivil olan bu hükümet üyelerinin kafaları militaristti) Türkiye’nin bir çok yerinde sıkı yönetim ilan edildi. İdamla, infazlar, işkenceler birbirini izledi.
1960’lı yıllardan bu yana TİP,THKO; THKP-C v.b. örgütlerde mücadele eden Kürt Sosyalistler ayrı örgütlenmeyi savunarak ayrışma sürecine girildi. Kürt öğrenci ve aydınları TKSP, RIZGARİ, DDKD, KUK vb. örgütler kurdular. Ozaman en çok dikkat çeken bir grup da Abdullah Öcalan başkanlığında oluşturulan UKO’cular yada APOCULAR grubudur. UKO’cular Lice’nin Fis Köyünde ilk kongresini gerçekleştirerek PKK’ yi kurarlar. Günümüze kadar varlığını sürdüren dünya dengelerini değiştiren ve o gün bu gün T.C. devletiyle savaşan tek Kürt örgütü PKK olur. Diğer örgüt ve partiler 12 Eylül hareketiyle birlikte tasfiye olup siyasal hayattan silindiler.
Kürt hareketi iki temel eksen üzerinde gelişmiştir
1-) Birinci Dünya Savaşının sona ermesinden sonra İngiliz Emperyalizmi Güney’de Omsalı Hakimiyetinde ki toprakları harita üzerinden Araplar arasında paylaştırdı. Kendine bağlı yirmiye yakın devletçik kurdurdu. İçinde Kürdistan’ın bir parçasının da olduğu bölgede Irak’ı kurarak yönetimini kendi adamı olan Prens Faysal’a verdi. Bu bölgede (Irak Kürt bölgesinde) Şeyh Mahmut Berzenci yıllarca İngilizler ve kukla yönetimine karşı başkaldırdı. Ve yıllarca İngiliz savaş uçakları Kürt yerleşim bölgelerini bombaladı.Bu süreç Barzanilerin bölgedeki bazı aşiretlerin yanlarına alarak Molla Mustafa Barzani liderliğinde kurulan Irak KDP’si ile günümüze kadar devam etti. Mişel Eflak’ın kurduğu Baas partisi sosyalist Arap milliyetçiliğini geliştirerek İngilizlerin etkinliğini kırmaya çalışıyordu. Bir askeri darbe sonucu iktidarı ele geçiren Baas Partisi Kürtlere Otonomi vererek anlaşma yaptı.
Zaten tarihin hiçbir döneminde ne İran ne de Irak Kürtlerin varlığını inkar etmedi.Evet onlarla savaştılar, katliam yaptılar, daha birçok zulüm yaptılar , ama Ulusal kimliklerini inkar etmediler.Yapılan Otonomi ( özerklik ) anlaşmasını bile uygulamadılar.Kısa zaman sonra askıya aldılar. Ama “Kürt yoktur, Kürtler dağ Arapları yada Kürtler da Farslılarıdır” demediler.
Irak’da yapılan anlaşmalar sonucu Kürtçe radyo yayımları, Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılması Kürt tarihi üzerine araştırmalar yapılmıştır.
Anlaşmazlık ve savaşlarla devam eden süreç 1988’de Saddam Hüseyin’in emriyle Halepçe’ye Kimyasal bombalarla insanlık tarihi büyük bir trajedi yaşadı.Çoğu çocuk ve savunmasız sivillerden oluşan onbinin üzerinde insan katledildi.
2-)Türk sol hareketinin içinden çıkıp 1980’lere kadar siyasal yaşamını sürdüren kimi Kürt sol grupları 12 Eylül darbesiyle birlikte dağılmaya başladılar.Bu gruplar askeri darbenin yapılacağı konusunda ne bir öngörüde bulundular ne de bilgi sahibi olabildiler. 12 Eylül darbesi tüm demokrasi güçlerine karşı amansız bir savaş başlattı. Tutuklamalar, gözaltılar, idamlar, sürgünler; gözaltı ve cezaevlerinde öldürmeler birbirini izledi.Türkiye sol hareketiyle birlikte, Kürt sol hareketlerinin (PKK dışındakiler) hazırlıksız yakalanıp ezildiler.
PKK ise daha 1979 yılında 12 Eylül’ün ayak seslerini duyarak kadrolarını Ortadoğu’ya çıkardı. Beka Vadisinde Konumlanmaya başladı. Uzun bir eğitim sürecine giren PKK 1982 yılından itibaren Kürt Coğrafyasına inceleme, keşif heyetleri gönderdi. Türkiye solunda arda kalanlarla ve dünya demokratik güçleriyle ilişkiler geliştirdi, gerilla mücadelesi için hazırlıklarını hızla sürdürdü.
1980 askeri darbesi Türkiye topraklarında halkların üzerine buldozer gibi geçiyordu. Kürt bölgesinde ve Türkiye’nin her tarafında “artık bu iş bitti, 1980’lerden sonra devrimciler direnmedi” biçiminde bir yargı insanlara hakim olmuştu. Bu durdum bir karşı çıkış beklentisini de gündemleştirdi.İşte tam bu sırada Diyarbakır cezaevinde direniş haberleri yayılmaya başladı. Gençler bedenlerini ateşe veriyorlar, açlık grevleri, ölüm oruçları birbirini izliyordu. Bu direnişler 12 Eylül’e karşı bir cevap ve duruş, bir direnişti. Bu direniş herkesin sustuğu, susturulduğu bir süreçte adeta yaprağın kımıldamadığı bir süreçte dışarıdaki PKK’lilerde harekete geçme “talimatı” olarak algılandı. Ve 1984 Ağustosunda Eruh, Şemdinli, ilçeleri PKK militanlarınca basıldı. Her iki ilçede bir süre kontrol altına alındı ve sonradan geri çekilmeler oldu. Bu eylemler tarihe “ilk kurşun” olarak geçti.
O gün bu gün PKK ile Türk devleti savaşıyor. İster “düşük” yoğunluk”lu olsun ister yüksek yoğunluklu olsun bu bir savaştır. Kıbrıs savaşının onlarca katı kadar büyük bir savaştır. Kıbrıs savaşında kullanılan silah, mühimmat, uçaklar, helikopterler ve kaba güç 1984’den beri süren savaşın yüzde biri bile olamaz. Bunu nasıl ve hangi mantıkla savaş sayamayız. Ve Türkiye Kıbrıs savaşında tek başına, hiçbir yabancı güçten yardım almadan savaştı. PKK’ye karşı ise 30 yıla yakın ABD’nin, Avrupa’nın silah, para, lojistik, istihbarat yardımlarını alarak savaşıyor. Sonuç ortada.
Eksikleriyle, fazlalıklarıyla, yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla PKK Türkiye’nin bir gerçeğidir. Ama artık sadece Türkiye’nin değil Dünya’nın da bir gerçeğidir. Öyleki PKK’nin savaşımı bir çok ülkede bakan değiştiriyor, hükümet yıkıyor. Türkiye ve bir çok Batılı ülkenin ekonomisini etkiliyor, politikalarının değişimine neden oluyor. İran, Irak, Suriye ona göre politika belirliyor.Türkiye her geçen gün kan kaybediyor. Diplomatik, siyasi, sosyal olarak sarsılıyor. Ekonomik olarak belini doğrultamıyor, gittikçe dışa bağımlı hale geliyor.
“Üçbuçuk eşkıya” diye küçümsedikleri PKK bugün düğmeye bastığında Afrika’dan Kafkasya’ya, Asya’dan Avrupa’ya dünyanın her tarafında ki Kürtleri ayağa kaldırıyor.Bir işaretiyle ilçelerin, illerin kepenkleri kapanıyor, araç kontakları kapanıyor. Diyarbakır’da bütün baskılara rağmen bir milyon insan toplanıyor. Hangi ülke tüm bütçesini harcayarak bu kitleyi toplayabilir. Böyle bir örgüte, yapıya ne ad takarsanız takın bu böyle…Bu bir gerçeklik. Daha ne zamana kadar Türkiye kamuya yalanla, dolanla uyutulacak.Bu gerçekleri Türk halkından ne zaman kadar saklayacaklar?
PKK bir neden değil bir sonuçtur. Kürt sorunun demokratik yollarla çözülemeyeceğinin(çözülememesinin) sonucudur. 80 yıldır sorun çözülmüş olsaydı bugün PKK olmayacaktı. Şimdi Türk devleti yöneticileri, demokratikleşmenin yapılamamasının işçilere, memurlara ücretlerinin verilmemesin vs. PKK’nin varlığıyla izah ediyor.80 yıldır PKK mi vardı? 1925’de, 1938’de PKK mi vardı? Siz Türkiye’yi dünyanın en demokratik ülkesi yaptınız da PKK mi elinizi, kolunuzu bağladı? “PKK’nin milletvekilleri” dediniz.DTP milletvekilleri demokratikleşme için en önde yer almıyorlar mı? Bu yalana kim inanır?
Özetle operasyonlarla, bakılarla PKK bitirilebilecek bir harekat değildir. O sınavı çoktan aşmıştır. Kürt sorunu da bu yöntemle çözülebilecek bir sorun değildir. Kürt sorunu da bu denli küçük bir sorun değildir. Başka bir yanıyla 15-20 bin PKK militanı, diplomatı var, ölmeyle, öldürmeyle bu güç bitmez. Onlar bitse bile Kürtler inde onlarca katı bu savaşı sürdürecek yüz binlerce güç vardır.Bu gerçeği de artık görmek lazım.
Kürt sorununu militarist yöntemlerle çözmek isteyerek, demokratik yöntemi elinin tersi ile itenler sadece Kürtler değil, Türkiye’yi sevmeyenlerdir, Türkiye’nin büyümesini istemeyenlerdir.
Bir an için düşünün Türkiye’nin her tarafında demokrasi işliyor. Bütün sorunlar çözülmüş. Kürt sorunu diye bir sorun kalmamış.15-20 bin yetişkin PKK militanı Türkiye’ye dönmüş, Türkiye için çalışıyor. Kürt gençleri gönüllü olarak askerlik yapıyor. Kürt işadamları gönüllü olarak vergi ödüyor. 20 milyon Kürt gönüllü olarak Türkiye’ye bağlanmış. Böyle bir Türkiye’yi kim tutabilir? Öyleyse demokratikleşmiş, sorunlarını çözmüş Türkiye’yi istemeyenler Kürt’ler değil, egemenlerdir. Türkiye’yi sevmeyenler Kürt’ler değil. Yönetenlerdir, bu sorunun çözmeyenlerdir.
Hem bir iddia hem de bir öneri olarak şunu söylemek istiyorum aşağıda sıraladığım öneriler yerine getirilirse, Kürt sorunu bir ayda çözülür, akan kan durur.Böylece Türkiye bölgenin en demokratik ülkesi olur.
1-) Anayasada ki tek bir etnisiteyi çağrıştıran maddeler ayıklanarak; Anayasanın 1 maddesine: Anadolu Cumhuriyeti yazılmalıdır.
2-) Herkesi kapsayan genel bir affın çıkarılması
3-) PKK’lilerin yasal alanda politika yapmalarının önünün açılması.
İşte o zaman kim Türkiye’yi tutabilir. Buyurun görev başına!
GERÇEKTEN OKUMAK ÇOK ZEVKLİYDİ TEŞEKKÜR EDERİM.
YanıtlaSil