10 Şubat 2012 Cuma

SAVUNMA-2






BAYRAK İNDİRME DOLAYISIYLA  10 AY TUTUKLU KALDIĞIM DAVADANIN  SAVUNMASIDIR




1 NOLU DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA
ANKARA


Dosya no   : 1996/80


Konu         : İddianameye yanıttır.

   Sayın Yargıçlar;



   Genel Başkanım Murat BOZLAK ve diğer arkadaşlar, iddianameye genel olarak yanıt verdiler. Ben de şahsıma yönelik suçlamalara kısaca yanıt vermek istiyorum.


1-    İddia makamı benim il yönetim kurul üyesi arkadaşlarımın “PKK’nın sair efradı olduğumuz” iddiasını öncelikli olarak il binamız arşivinde bulunan ve aramaya gelen polislerce özellikle seçilen bazı fax metinlerine, yasal dergilere ve çeşitli tarihlerdeki il yönetimlerimizin yasal çalışmalarını anlatan dökümanlara dayandırıyor. İl binamız, diğer parti il binları gibi halka açık ve herkesin rahatça girip-çıktığı bir yerdir. Faksımıza gelince, Uluslar arası Af Örgütü ve çeşitli kurumlar var. Türkiye’deki diğer partilerin basın açıklamaları, DKÖ’lerin bildirileri, sendikaların çeşitli konulara ilişkin açıklamaları var. Hatta faxımıza çeşitli tehdit mesajları da geliyor. Bunların tümü arasından arşivdeki bazı metinler seçilerek, suçlamalar kanıt olarak kullanılmış, bu dökümanın kanıt olarak sunulmasının hiçbir hukuki değeri yoktur. Bu tür doküman her kurumun arşivinde bulunabilir.









2-    İddia makamı benim HEP ve DEP üyesi olmamı da “PKK’nın sair efradı” olmama bağlıyor. Ben sadece HEP ve DEP üyesi değil, aynı zamanda iki partinin de Genel Sekreter Yardımcılığı görevlerinde de bulundum. Bununla da gurur duyuyorum. Bu yasal durumu, yasadışı bir işmiş gibi göstermek, olsa olsa ya hukuktan anlamayanların, ya da adı geçen partilere art niyet ve önyargıyla bakanların işidir.




3-    İddia makamı MET TV’deki bir panele telefonla katılmamı da “PKK’nın sair efradı” olmama bağlıyor. Oysa MED TV’ye Mahir KAYNAK’tan tutalım, Ercan KARAKAŞ’a kadar; Hasan MEZARCI’dan tutalım diğer partilerin bazı milletvekillerine kadar birçok politikacı, yazar, sanatçı ve insan hakları savunucuları çıkıyor, demeç veriyor. Bunda yadırganacak bir durum yok. Politikacılar kendilerine soru soran gazetecilerin, televizyoncuların ya da çalıştıkları MEDYA kuruluşunun siyasal eğilimlerine bakmadan yanıt verirler. Eğer iddia makamının iddiası doğru ise ben MED TV’nin programına katılıp konuştuğum için “PKK’nın sair efradı” sayılacaksam o zaman birileri de çıkar iddia makamında oturan Nuh Mete YÜKSEL’i Samanyolu TV’ye demeç verdiği için Fethullah GÜLEN’ci de nurcu olarak nitelendirebilir. Ya da Süleyman DEMİREL, Tansu ÇİLLER ve birçok politikacı da demeç verdikleri basın yayın kuruluşlarıyla yakınlıklarıyla itham eder. Kaldı ki, benim bir politikacı olarak demeç verme hakkım varken, Savcı Nuh Mete YÜKSEL’in böyle bir hakkı da yok.



4-    Suçluluğuma kanıt olarak üç konuşmam gösteriliyor. Bunlar il başkanı seçildiğim Ankara İl kongresindeki konuşmam, Kırşehir İl teşkilatımızın düzenlediği şölende yaptığım konuşma ve MED TV’ye telefonla söylediklerimdir. Her üç konuşmamın kasetleri yanlış çözümlenmiş ve iddia makamı da buna ek olarak konuşmalarımın içeriğini çarpıtarak, aktardığından söylemek istediğimin tersi anlamlar yüklenmeye çalışılmış, konuşmalarımın bütünlüğü bozulmuştur. Örneğin; Ankara İl kongresinde ben “bu düzen yalnız kürtleri sömürmüyor” demiştim. Bu görüşüm iddianameye “bu düzen yalnız kürtleri sömürüyor” biçiminde aktarılmış. Bu söylediklerimi tam tersine çarpıtmadır. Bundan dolayı, her üç konuşma kasetinin de yeniden ehil kişiler tarafından çözümlenmesini talep ediyorum.





5-    Ben her üç konuşmamda da geçmişte üye ve yöneticsi bulunduğum HEP ve DEP ile bugün il başkanı olduğum HADEP üzerindeki baskıları anlattım. Mevcut iktidarın ve sistemin kürt sorunun ilişkin politikalarını eleştirerek, kendi çözüm önerilerimi sundum. Beğenilir, beğenilmez bunlar benim düşüncelerimdir. Bu düşüncelerimi yanlış bulanlar çıkıp kendi doğru buldukları çözüm önerilerini söylerler. Neden benim Kürt Sorunu “Barışçıl yöntemle çözülmelidir” önerilerim suç sayılıyor, Askeri Çözümü önerenler görüşlerini özgürce savunuyorlar? Bu büyük bir çelişki ve adaletsizliktir. Bu adaletsizliği giderecek olanlar da hukuk adamlarıdır. Bu konudaki düşüncelerimin özeti Kırşehir’de yaptığım konuşmamın son cümlesinde şöyle ifade edilmiştir: “Ne Türk anası, ne de Kürt anası ağlamasın” bunlar düşünce özgürlüğünün bana tanıdığı ve Türkiye’nin imzaladığı uluslar arası sözleşmeler çerçevesinde ve parti programımızın sunduğu perspektif ışığında söylediğim görüşlerimdir. Geçmişte düşüncelerinden dolayı insanları suçlayan Nusret DEMİRAL sonradan MHP’den düşüncelerinden dolayı atıldı ve düşünce özgürlüğü O’na bile lazım oldu. Bunun için düşünce özgürlüğü herkese lazım olabilir. Benim konuşmalarımdan dolayı yargılanmam uluslar arası ve genel hukuka aykırıdır.





6-    Kürt sorununun barışçıl çözümünü savunup akan kanın durdurulmasını isteyenler sadece biz değiliz. Bu görüş bugün birçok yazar, sanatçı, aydın, politikacı hatta devlet yöneticilerinin bazılarınca da kabul edilmektedir. Bunlardan sadece birkaçını sunalım. 01.08.1996 tarihli gazetelere yansıyan Devlet Bakanı Yıldırım AKTUNA’nın görüşü “diyalog yöntemi denebilir. Toplumda taraflar iyi bir diyalog kurabilirlerse anlaşma ve çözüm olabilir. Mehmet GÖLHAN’ın görüşünün özeti” Neden diyalog olmasın. Hükümetin bu diyalogdan haberi var(Erbaş’ış girişimi kastediliyor). CHP Milletvekili Ercan KARAKAŞ şöyle diyor: “Artık ülkemizde “devlet pazarlık etmez” gibi kutsal devlet anlayışından kaynaklanan yaklaşımları... terketme zamanı gelmiştir. Yeni Yüzyıl gazetesinin cezaevlerinde anlaşma sağlandıktan sonraki gün attığı manşet ie şöyledir: “Cezaevlerinde çözüm, Güney-Doğu için umut yarattı. Kan dursun” Zülfü Livaneli “Silah değil, diplomasi kullanılmalı”, TİSK Başkanı Refik BAYDUR: “Silahsız çözüm mümkün... devlet ölüm oruçlarında masaya oturmakla bir şey kaybetmedi. 04.08.1996 tarihli Milliyet’ten Zeynep ORAL “Artık savaş istemiyoruz” başlıklı makalesinde “artık savaş değil, barış istiyoruz diyenlere kulak verin”. 03.08.1996 tarihli Cumhuriyet’te Hikmet ÇETİNKAYA “Ben akan kanın durdurulması için her türlü girişimin yanındayım. Çünkü; öldürülenler ve şehit düşenler bizim çocuklarımızdır. Ölüme alkış tutulamaz”. Yine MED TV’deki konuşmam da bahsettiğim “kirli polis şefleriyle” ilgili Yeni Yüzyıl’ın 7 Eylül sayısında yaptığı haberin başlığı; “Emniyet kirli polislerin peşinde”, 11 Eylül tarihli sayısında “Kirli polisler kayıp” biçiminde haber yapmış. Şimdi sormak istiyorum. Devlet Bakanı Yıldırım Aktuna, eski Milli Savunma Bakanı Mehmet Gölhan, CHP Milletvekili Ercan Karakaş, TİSK Başkanı Refik Baydur, yazarlar; Oral Çalışlar, Zeynep Oral, M.Ali Birand, Hikmet Çetinkaya, Mehmet Barlas, Cengiz Çandar, Zülfü Livaneli, Zafer Mutluv.b. birçok yazar ile kürt raporları hazırlayan Doğu Ergil, Sakıp Sabancı, Türkiye Kalkınma Vakfı yöneticileride mi “PKK’nın sair efradılar” bu iddialara kim inanır?


7-    İddia makamı iki aylık yorucu bir çalışmadan sonra, “PKK’nın sair efradı” olmama dayanak olarak yasal olan DEP ve HEP üyeliğim ile konuşma metinlerimi gösterebilmiş. İddia makamı benim PKK’lı olduğumu kanıtlamak istiyorsa, bunları bırakarak benim hangi eylemi, hangi silahla, nerede, nasıl gerçekleştirdiğimi kanıtlamalıdır. Hiyerarşik yapı içerisinde hangi PKK’lıdan nasıl talimat aldığımı ve bunları nasıl uyguladığımı söylemelidir. Aksi halde ayakları havada boş iddiaları ileri sürmekten öte gidemez. Kaldı ki ben geçmişte HEP’i ve DEP’i “PKK paralelinde yönettiğim” iddiasıyla İstanbul Nolu DGM’de yargılandım ve beraat ettim. Kara ortak savunmamızla birlikte sunulmuştur.


8-    Ben “PKK’nın sair efradı” isem, iddia makamı neden bayrak provakasyonundan önce soruşturma başlatmadı? Kongre günü mü benim “PKK’lı olduğum savcının aklına geldi?


9-    Atılı suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum. Ortada suç da yok kanıt da yok. Şimdilik söyleyeceklerim bundan ibarettir.




                                           Kemal OKUTAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder