BAYRAK
İNDİRME DOLAYISIYLA 10 AY TUTUKLU
KALDIĞIM DAVADANIN SAVUNMASIDIR
1 NOLU
DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA
ANKARA
ANKARA
Dosya no : 1996/80
Konu : İddianameye yanıttır.
Sayın Yargıçlar;
Genel Başkanım Murat BOZLAK ve diğer
arkadaşlar, iddianameye genel olarak yanıt verdiler. Ben de şahsıma yönelik
suçlamalara kısaca yanıt vermek istiyorum.
1- İddia
makamı benim il yönetim kurul üyesi arkadaşlarımın “PKK’nın sair efradı
olduğumuz” iddiasını öncelikli olarak il binamız arşivinde bulunan ve aramaya
gelen polislerce özellikle seçilen bazı fax metinlerine, yasal dergilere ve
çeşitli tarihlerdeki il yönetimlerimizin yasal çalışmalarını anlatan
dökümanlara dayandırıyor. İl binamız, diğer parti il binları gibi halka açık ve
herkesin rahatça girip-çıktığı bir yerdir. Faksımıza gelince, Uluslar arası Af
Örgütü ve çeşitli kurumlar var. Türkiye’deki diğer partilerin basın
açıklamaları, DKÖ’lerin bildirileri, sendikaların çeşitli konulara ilişkin
açıklamaları var. Hatta faxımıza çeşitli tehdit mesajları da geliyor. Bunların
tümü arasından arşivdeki bazı metinler seçilerek, suçlamalar kanıt olarak
kullanılmış, bu dökümanın kanıt olarak sunulmasının hiçbir hukuki değeri
yoktur. Bu tür doküman her kurumun arşivinde bulunabilir.
2- İddia
makamı benim HEP ve DEP üyesi olmamı da “PKK’nın sair efradı” olmama bağlıyor.
Ben sadece HEP ve DEP üyesi değil, aynı zamanda iki partinin de Genel Sekreter
Yardımcılığı görevlerinde de bulundum. Bununla da gurur duyuyorum. Bu yasal
durumu, yasadışı bir işmiş gibi göstermek, olsa olsa ya hukuktan
anlamayanların, ya da adı geçen partilere art niyet ve önyargıyla bakanların
işidir.
3- İddia
makamı MET TV’deki bir panele telefonla katılmamı da “PKK’nın sair efradı”
olmama bağlıyor. Oysa MED TV’ye Mahir KAYNAK’tan tutalım, Ercan KARAKAŞ’a
kadar; Hasan MEZARCI’dan tutalım diğer partilerin bazı milletvekillerine kadar
birçok politikacı, yazar, sanatçı ve insan hakları savunucuları çıkıyor, demeç
veriyor. Bunda yadırganacak bir durum yok. Politikacılar kendilerine soru soran
gazetecilerin, televizyoncuların ya da çalıştıkları MEDYA kuruluşunun siyasal
eğilimlerine bakmadan yanıt verirler. Eğer iddia makamının iddiası doğru ise
ben MED TV’nin programına katılıp konuştuğum için “PKK’nın sair efradı”
sayılacaksam o zaman birileri de çıkar iddia makamında oturan Nuh Mete YÜKSEL’i
Samanyolu TV’ye demeç verdiği için Fethullah GÜLEN’ci de nurcu olarak
nitelendirebilir. Ya da Süleyman DEMİREL, Tansu ÇİLLER ve birçok politikacı da
demeç verdikleri basın yayın kuruluşlarıyla yakınlıklarıyla itham eder. Kaldı
ki, benim bir politikacı olarak demeç verme hakkım varken, Savcı Nuh Mete
YÜKSEL’in böyle bir hakkı da yok.
4- Suçluluğuma
kanıt olarak üç konuşmam gösteriliyor. Bunlar il başkanı seçildiğim Ankara İl
kongresindeki konuşmam, Kırşehir İl teşkilatımızın düzenlediği şölende yaptığım
konuşma ve MED TV’ye telefonla söylediklerimdir. Her üç konuşmamın kasetleri
yanlış çözümlenmiş ve iddia makamı da buna ek olarak konuşmalarımın içeriğini
çarpıtarak, aktardığından söylemek istediğimin tersi anlamlar yüklenmeye
çalışılmış, konuşmalarımın bütünlüğü bozulmuştur. Örneğin; Ankara İl
kongresinde ben “bu düzen yalnız kürtleri sömürmüyor” demiştim. Bu görüşüm
iddianameye “bu düzen yalnız kürtleri sömürüyor” biçiminde aktarılmış. Bu
söylediklerimi tam tersine çarpıtmadır. Bundan dolayı, her üç konuşma kasetinin
de yeniden ehil kişiler tarafından çözümlenmesini talep ediyorum.
5- Ben
her üç konuşmamda da geçmişte üye ve yöneticsi bulunduğum HEP ve DEP ile bugün
il başkanı olduğum HADEP üzerindeki baskıları anlattım. Mevcut iktidarın ve
sistemin kürt sorunun ilişkin politikalarını eleştirerek, kendi çözüm
önerilerimi sundum. Beğenilir, beğenilmez bunlar benim düşüncelerimdir. Bu
düşüncelerimi yanlış bulanlar çıkıp kendi doğru buldukları çözüm önerilerini
söylerler. Neden benim Kürt Sorunu “Barışçıl yöntemle çözülmelidir” önerilerim
suç sayılıyor, Askeri Çözümü önerenler görüşlerini özgürce savunuyorlar? Bu
büyük bir çelişki ve adaletsizliktir. Bu adaletsizliği giderecek olanlar da
hukuk adamlarıdır. Bu konudaki düşüncelerimin özeti Kırşehir’de yaptığım
konuşmamın son cümlesinde şöyle ifade edilmiştir: “Ne Türk anası, ne de Kürt
anası ağlamasın” bunlar düşünce özgürlüğünün bana tanıdığı ve Türkiye’nin
imzaladığı uluslar arası sözleşmeler çerçevesinde ve parti programımızın
sunduğu perspektif ışığında söylediğim görüşlerimdir. Geçmişte düşüncelerinden
dolayı insanları suçlayan Nusret DEMİRAL sonradan MHP’den düşüncelerinden
dolayı atıldı ve düşünce özgürlüğü O’na bile lazım oldu. Bunun için düşünce
özgürlüğü herkese lazım olabilir. Benim konuşmalarımdan dolayı yargılanmam
uluslar arası ve genel hukuka aykırıdır.
6- Kürt
sorununun barışçıl çözümünü savunup akan kanın durdurulmasını isteyenler sadece
biz değiliz. Bu görüş bugün birçok yazar, sanatçı, aydın, politikacı hatta
devlet yöneticilerinin bazılarınca da kabul edilmektedir. Bunlardan sadece
birkaçını sunalım. 01.08.1996 tarihli gazetelere yansıyan Devlet Bakanı
Yıldırım AKTUNA’nın görüşü “diyalog yöntemi denebilir. Toplumda taraflar iyi
bir diyalog kurabilirlerse anlaşma ve çözüm olabilir. Mehmet GÖLHAN’ın
görüşünün özeti” Neden diyalog olmasın. Hükümetin bu diyalogdan haberi
var(Erbaş’ış girişimi kastediliyor). CHP Milletvekili Ercan KARAKAŞ şöyle
diyor: “Artık ülkemizde “devlet pazarlık etmez” gibi kutsal devlet anlayışından
kaynaklanan yaklaşımları... terketme zamanı gelmiştir. Yeni Yüzyıl gazetesinin
cezaevlerinde anlaşma sağlandıktan sonraki gün attığı manşet ie şöyledir:
“Cezaevlerinde çözüm, Güney-Doğu için umut yarattı. Kan dursun” Zülfü Livaneli
“Silah değil, diplomasi kullanılmalı”, TİSK Başkanı Refik BAYDUR: “Silahsız
çözüm mümkün... devlet ölüm oruçlarında masaya oturmakla bir şey kaybetmedi.
04.08.1996 tarihli Milliyet’ten Zeynep ORAL “Artık savaş istemiyoruz” başlıklı
makalesinde “artık savaş değil, barış istiyoruz diyenlere kulak verin”.
03.08.1996 tarihli Cumhuriyet’te Hikmet ÇETİNKAYA “Ben akan kanın durdurulması
için her türlü girişimin yanındayım. Çünkü; öldürülenler ve şehit düşenler
bizim çocuklarımızdır. Ölüme alkış tutulamaz”. Yine MED TV’deki konuşmam da
bahsettiğim “kirli polis şefleriyle” ilgili Yeni Yüzyıl’ın 7 Eylül sayısında
yaptığı haberin başlığı; “Emniyet kirli polislerin peşinde”, 11 Eylül tarihli
sayısında “Kirli polisler kayıp” biçiminde haber yapmış. Şimdi sormak
istiyorum. Devlet Bakanı Yıldırım Aktuna, eski Milli Savunma Bakanı Mehmet
Gölhan, CHP Milletvekili Ercan Karakaş, TİSK Başkanı Refik Baydur, yazarlar;
Oral Çalışlar, Zeynep Oral, M.Ali Birand, Hikmet Çetinkaya, Mehmet Barlas,
Cengiz Çandar, Zülfü Livaneli, Zafer Mutluv.b. birçok yazar ile kürt raporları
hazırlayan Doğu Ergil, Sakıp Sabancı, Türkiye Kalkınma Vakfı yöneticileride mi
“PKK’nın sair efradılar” bu iddialara kim inanır?
7- İddia
makamı iki aylık yorucu bir çalışmadan sonra, “PKK’nın sair efradı” olmama
dayanak olarak yasal olan DEP ve HEP üyeliğim ile konuşma metinlerimi
gösterebilmiş. İddia makamı benim PKK’lı olduğumu kanıtlamak istiyorsa, bunları
bırakarak benim hangi eylemi, hangi silahla, nerede, nasıl gerçekleştirdiğimi
kanıtlamalıdır. Hiyerarşik yapı içerisinde hangi PKK’lıdan nasıl talimat
aldığımı ve bunları nasıl uyguladığımı söylemelidir. Aksi halde ayakları havada
boş iddiaları ileri sürmekten öte gidemez. Kaldı ki ben geçmişte HEP’i ve DEP’i
“PKK paralelinde yönettiğim” iddiasıyla İstanbul Nolu DGM’de yargılandım ve
beraat ettim. Kara ortak savunmamızla birlikte sunulmuştur.
8- Ben
“PKK’nın sair efradı” isem, iddia makamı neden bayrak provakasyonundan önce
soruşturma başlatmadı? Kongre günü mü benim “PKK’lı olduğum savcının aklına
geldi?
9- Atılı
suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum. Ortada suç da yok kanıt da yok.
Şimdilik söyleyeceklerim bundan ibarettir.
Kemal OKUTAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder