12 Şubat 2012 Pazar

SAVUNMA-3




SAVUNMA-3



BAYRAK İNDİRDME DAVASINA İLİŞKİN SAVCININ MÜTALAASINA KARŞI YAPTIĞIM SAVUNMADIR



 

(1)  NO.LU DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA



 
   ANKARA

Konu           : Mütalaaya yanıt

Dosya No    : 1996/80


 
   Sayın Yargıçlar;

   Genel Başkanımızın savunmasına katılıyor, suçlamalarla ilgili görüşlerimi özetliyorum.

   İddia makamı iddianamedeki görüşlerini mütalaasında da tekrarlamaktadır. Bu görüş ve düşünceler siyasi içerikli olup resmi ideolojinin eseridir. Resmi ideoloji red ve inkara dayanmaktadır. Ki, akan kanın, gözyaşının, işkencelerin insan hakları ve hukuk ihlallerinin ve Kürt Sorununa şiddet yöntemiyle çözüm aramanın ideolojik temelini oluşturmaktadır. Oysa toplum bu kendine güvensiz ve yasalarla koruma altına resmi ideolojiyi çoktan aşmıştır. Ancak yasalar henüz bu değişime uygun hale getirilmediğinden, hukuka göre değil, yasalara göre karar verenler, çok büyük haksızlıklara ve meşru olmayan uygulamalara neden olmaktadırlar. “Türkiye Türkler için biçilmiş dar bir gömlektir” görüşü de siyasi bir görüştür ve resmi ideolojinin başka bir biçimde yansımasıdır. Ortada dar bir gömlek varsa o da yönetenlerin ezilenlere giydirmeye çalıştıkları gömlektir. Yoksa dar gelen coğrafi sınırlar değildir. Bu söz aynı zamanda Türkiye’de Türklerden başka kimsenin yaşamadığı anlamına da gelmektedir.



   Oysa Türkiye’de kaç etnik yapının bulunduğu, bunların nerelerde yaşadıkları, nasıl yaşadıkları, gelenek, görenek ve kültürlerinin nasıl olduğu sosyoloji biliminin konularıdır. Hukuk alanına girmezler. Aslında iddia makamı bizimle hukuktan başka her şeyi tartışmakta, hukuku tartışmamaktadır. İddianame ve mütalaa ekonomi, sosyoloji, siyasi konulardan oluşmaktadır. Örneğin; savaş ve barış siyasi konulardır. Ve siyasiler karar verirler. Türkiye bütçesinin ne kadarının nereye harcanması gerektiği ekonomistlerin ve siyasetçilerin ilgi alanındadır. Eğer iddia makamı bu görüşlerini hayata geçirmek istiyorlarsa istifa edip, kendine en yakın partiye girerek bu görüşlerini savunmalıdır. Politika yapmak onun da hakkı. Ama savcılık makamı politika yeri değildir.




   Bırakalım iddialarını, iddia makamında oturan savcının hukuki konumu tartışmalı ve şaibelidir. Adalet Bakanlığı usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatmıştır. Kendi amiri durumundaki DGM Başsavcısı ise, basından öğrendiğimize göre; polisle çalıştığını, bundan dolayı hukuku uygulayamadıklarını ve disiplinsiz olmasından yakınmaktadır.



   Esasen usulsüzlüğü başından bu yana davamızda yapmıştık. Şöyle ki; yetki ve sorumluluğunu aşarak HADEP’in tüzel kişiliğini suçlamıştır. Soruşturma başladıktan sonra, davamız hakkında medyaya beyanlarda bulunmuştur. Soruşturmanın yasal süresi bittikten sonra soruşturmayı sürdürmüştür. Emanetindeki kasetlere ekler yapılmış, deliller karartılmıştır. Hukuku bu kadar ayaklar altına alan bir savcının iddiaları ne kadar inandırıcı olabilir? Kendi amirleri bile hakkında şikayetçi olduklarına göre, hukuki değerlere bağlı kalmasının güvencesi olabilir mi?



   Sayın Yargıçlar;



   Yasalar sürekli değişkendir, günün ihtiyaçlarına göre yapılırlar. Ama öyle anlar gelir ki, toplumun ihtiyaçları değişir ve eski yasalar meşru olmaktan çıkarlar. Bu durumlarda hukuk adamları genel hukuk ilkelerine göre karar vermelidirler.aksi halde kararları tartışıldığı gibi, adalet duygusu da zedelenir. Esasen genel hukuk normları her zaman yasalardan önde gelirler.



   Eski başbakanlardan Menderes ve arkadaşları idam edildi. Daha başından itibaren kararın meşruluğu tartışıldı. Deniz GEÇMİŞ ve arkadaşlarının idam kararı halkın vicdanında onaylanmadı. Ve birkaç yıl önce başbakan Süleyman DEMİREL “...O çocuklar şimdi o suçları işleselerdi birkaç yılla kurtulurlardı” dedi. DEP Milletvekilleri ve Manisalı öğrencilerin yargılanmaları da barış, huzur ve güvene hizmet etmedi ve hukuki olmayan kararlar olarak tarihe geçtiler. Toplum vicdanında meşru olmayan bu gibi kararlar, Türkiye’nin çağdaş dünya içinde yer almasının önünde engel olmaktan öte bir işe yaramıyor.



   İddia makamı mütalaasında “Misak-ı Milli sınırları içinde federasyon ve Kürtçe eğitim

hezeyanlarına yer yoktur” denmektedir. Bu görüşe yine kendisi bir hukukçu olan Anayasa Mahkemesi eski üyesi Yılmaz ALİEFENDİOĞLU yanıt vermektedir. SP kapatma davasında yazdığı karşı oy yazısında ALİEFENDİOĞLU şöyle demektedir: “Türkiye 1990 yılında imzaladığı Paris Şartıyla ulusal azınlıkların, etnik, kültürel, dil ve dinin korunacağını, ulusal azınlıklara mensup kişilerin bu kimliklerini ayırıma tabii tutmaksızın ve yasa önünde tam bir eşitlikle beyan etmeye ve korumaya ve geliştirmeye hakkı bulunduğunu güvence altına almıştır... Kürtlerin dillerini, kültürlerini geliştirme, siyasal çalışma ve örgütlenme haklarının bulunduğunu söylemenin” devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak anlamına gelmez”.



   İşte kürtler ALİEFENDİOĞLU’nun belirttiği hakları kullanamadıkları ve kendilerine baskı uygulandığı için mutlu değillerdir. Yönetiminden memnun olmadıklarını söylemektedirler. Kürtlerin mutlu ve memnun olmamalarının sorumluluğu Kürtlere yüklenemez. Bundan yönetenler sorumludur. Kürtlerin memnun olmamalarının nedeni, demokratik kurallar içerisinde yönetilmemelerindendir. İnsanların evleri başlarına yıkılırsa, dilleri, şarkıları yasaklanırsa, 250 TV kanalı varken, bir TV kanalı bile çok görülürse, köy meydanlarında coplanırsa, temsilcileri hapse atılırsa, dışkı yedirilirse, ezilirse, horlanırsa, sürgün edilirse insanlar memnun olmazlar. Bu memnuniyetsilik karşısında şiddet uygulamak çare değildir. Tek çare demokrasiyi işletmektir.



   Bakınız BM insan hakları evrensel bildirgesinin önsözünde ne diyor? “İnsanın istihdat ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için, insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunması bir zarurettir”. Demek ki, insan hakları uygulanacak, demokratik kanallar sonuna kadar açılacak, asimilasyon ve inkardan vazgeçilecek ki, insanlar mutlu ve memnun olabilsinler. Aksi halde bunalımın sorumlusu siz olursunuz.



   Türkiye’nin ceza kanunlarını aldığı İtalya’da bugün şiddete başvurulmadığı sürece

ayrılmayı bile savunmak suç değildir. Demokrasinin bir ilkesi olduğu için vurguluyorum. Yoksa Kürtler birlikte yaşama iradelerini her zaman ortaya koymakta, ayrılmanın yerine eşit ve özgür koşullarda birlikte yaşamanın daha doğru olduğuna inanmaktadırlar. En gerçekçi çözüm de budur.



   Bugün artık yönetimler güçlü ve savaşkan ordularıyla, yiğit ve üstün ırk olmalarıyla değil; eşitlik, özgürlük ve demokratik değerlere bağlılıklarıyla övünmektedirler. “Asarım, keserim, yok ederim” edebiyatı ve üslubu yerine “hoşgörülüyüm, insan haklarına saygılıyım, toplumu iyi yönetiyorum, hukuka bağlıyım” edebiyatı ve üslubu yerleşmiştir ve kabul görmektedir.



   Sayın Yargıçlar;



   Kişi olarak hukuki durumum şöyledir:



1-    Gizli belgeler çıkarıldığında geriye bir hiç kalacak olan iddianamede örgütün sair efradı olduğum iddiası mütalaada tekrarlanmaktadır. Ancak bu iddiaya kanıt olarak kongre delegelerince seçilmiş olduğum görevlerim ve yasalara göre kurulan partilere üyeliğim ile konuşmalarım gösterilmektedir. Bundan dolayı bu iddia gayri ciddidir.



2-    Suçun işlendiği tarih olarak 95 Haziran ile 23 Haziran 1996 tarihleri arası gösterilmektedir. Oysa ben bu tarihler arasında, HADEP il başkanlığı süreci olan 12 Mayıs-23 Haziran 1996 tarihleri arası(yani 37 günlük süreç hariç) dışında, eski konuşmalarımda “bölücülük” olduğu savıyla cezaevindeydim. Aynı dönemde İstanbul 3. No.lu DGM hakkımda TCK 168/2 maddesinden dava açtı ve beraat ettim(karar daha önce sunulmuştu).





3-    HADEP Ankara il başkanlığım 37 gün sürdüğüne göre, esas olarak HEP ve DEP’li olmamdan dolayı benden intikam alınmak istenmektedir.



4-    Kurultayda cereyan eden olaylardan, kongreyi düzenleyenlerin sorumlu olmayacakları hukuki bir kuralken, ben o dönemde kongre kararı veren PM Üyesi de değildim. Kurultayın başkent olmasından ötürü Ankara’da yapılmış olması, Ankara il başkanı olarak bana ayrı bir sorumluluk yüklemez. Edirne, Şırnak, Diyarbakır... 55 il başkanının hukuki konumu neyse(ki bunların hiçbiri hakkında başlatılmadı) benim de hukuki konumum aynıdır





5-    Bayrak indirme olayı yaşandığı an salon dışında, ev sahibi il başkanı olarak delegelerin ihtiyaçlarıyla ilgileniyordum. İçeri girdikten sonra da diğer arkadaşlarımla birlikte gerekli girişimlerde bulunduk ve kurultay normal gündemine döndü.



6-    Olayın içinde bulunduğuma veya yardım ettiğime dair bir resim, bir görüntü, bir tanık ve en küçük bir kanıt yoktur.





7-    Daha gözaltına alınmadan(ki gözaltı tarihi 31 Haziran 1996 tarihi iken, 24 Haziran 1996 olarak gösterilmiş) 28 Haziran günü MED TV’deki panele telefonla şunları söyledim: “Biz bayrağın yerine asılması için müdahalede bulunduk. Ama kitle psikolojisiyle astıramadık. Bayrak indirme olayını benimsemedik, onaylamadık. Bunların hepsi provakasyondur”. Yani bu sözleri cezaevi tehditi yoktur.



8-    Esasen dosya içerisinde bulunan savcılık emrinden anlaşıldığına göre, ben ve diğer il yöneticisi arkadaşlarım, il binasında yapılan usulsüz aramada bulunduğu iddia edilen delegeler gerekçe gösterilerek göz altına alındık. Bu tür belgeler DGM arşivlerinde bile bulunabilir. Halka açık olan binamıza bu belgelerin nasıl girdiği de bilinmez, faxımıza ise uluslar arası görüşmeye açıktır. Bu belgelerin içeriğinde suç unsuru bulunsa bile binamızda bulunmaları suç teşkil etmez. Bu belgelerin hukuki değeri yoktur.





9-    Hukuki durumu benimle aynı olan il yöneticilerimiz daha önce salıverildiler. Ve TCK 168/2 maddeden dava açılanlardan tutukluluğu devam eden sadece benim.



10-  Hükümet komiseri beni uyardığını söylüyor. Bu doğru değildir.





11-  Konuşmalarımın içeriğinde suç unsuru olmadığı gibi, suç kastım da yoktur. Kaset çözüm talebim, davanın sonucuna bir etkisi olmayacağı gerekçesiyle, heyetinizce red edilmiştir. Bundan konuşmalarım göz önünde bulundurulmayacağı anlaşıldığından içeriğine değinmiyorum. İddia makamı da önceki savunmalarım geçerlidir.



12-  Bırakalım evrensel hukuk ilkelerini değişmesi gereken yasalar bile uygulansa idi, bir gün dahi cezaevinde kalmazdık.



   Sonuç olarak: Bayrak indirme olayıyla ilgimizin olmadığı tüm dosya kapsamından açık açık anlaşılmaktadır. TCK’nın 168 maddesinde yazılı suçları işlediğimize dair hiçbir kanıt olmadığı gibi 169. maddeyi ihlal ettiğimize dair en küçük bir emare de yoktur. Bu mütalaaya göre cezalandırılmamız hukuken mümkün değildir. Yargılanmamızın esas nedeninin bunlar olduğuna inanmıyorum. Çünkü bayrağa saygısı olmayan bizler değil, bu ülkeyi be hale getirenlerdir.



   Bizce yargılanmamızın esas nedeni; demokrasiden, özgürlüklerden, eşitlikten ve barıştan yana oluşumuzdur. Akan kanın durmasını savunmamızdır. Bunları savunmak suçsa ben bu suçu yaşamım boyunca işleyeceğim. İnsanların bileklerine kelepçe vurulabilir ama yüreklerine ve beyinlerine asla... saygılarımı sunarım.









Elmadağ Cezaevi                                                                  Kemal OKUTAN

ANKARA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder