1 Nisan 2012 Pazar

MAKALE


                                               KÜRT İNADI MI, KÜRT İNANCI MI?

                Newroz kutlamalarına gösterilen tahammülsüzlük rejimin muhaliflere, en başta da Kürtlere nasıl baktığını, hak ve özgürlüklere yaklaşımının ne olduğunun göstermesi bakımından önemli bir olgu olarak karşımızda duruyor. Bu gösteriler sırasında uygulanan şiddet politikası kendisine insanım diyen herkesin yüreğini sızlattı, içini acıttı. Esasen 90.’lı yılların şiddet politikasından kopmayan rejim ‘’devleti değiştiriyoruz, demokratikleşiyoruz’’ söyleminin de ‘’Turistlere ayıp olmasın’’ diye söylenen bir propaganda sloganı olduğunu gösterdi, bu sloganın anlamsız olduğunu kanıtladı. Bu rejim nasıl demokratikleşti? Bu devletin neresi değişti? Bu değişikliği biz neden göremiyoruz?
                Değişmek kutlamalar sırasında havadan, karadan insanların üzerine gaz bombaları yağdırmak mıdır? İnsanları yerlerde sürüklemek, tekmelemek, kafa ve kollarını kırmak mıdır? Kadınların , çoluk ve çocukların ölesiye dövülmesi, vicdansız ve pervasızca saldırmak mıdır? Newroz’u kutladılar diye insanları toplama kamplarına atar gibi gözaltına alıp, tutuklamak mıdır? Nedir değişim? Bu uygulamaların 1990’ların uygulamalarından farkı ne? Daha ne yapılacaktı? Bir tek kimyasal silah kullanılmadığı kaldı, onu da kullansalardı? CHP-MHP koalisyonu iktidarda olsaydı, bunlardan farklı ne yapacaktı?
                Mevcut rejimi sürdürmek, korumak söz konusu olduğunda CHP, MHP, AKP’nin hiçbir farkları olmadığını görmek için siyasi miyop olmak gerekir. Hele ki, Kürtler söz konusuysa tüm partiler faşizan uygulamalarıyla yarışırlar, yarışıyorlar da!
          
      Peki bu ağır şiddet uygulamaları ve faşizan baskılar ne işe yarar, sonuçları ne olur? Ağır baskı ve şiddetin devlet tarafından daha da tırmandırılması iki halkın bir arada yaşama şansını ortadan kaldırır, ruhsal kopuş hızlanır, birlik harcı dökülmeye başlar ve Kürtlerde giderek ‘’bu iş barışla olmuyor’’ düşüncesi bilince yerleşmeye başlar.
                Ruhta bu kopuşun yavaş yavaş başladığını görüyorum. Nasıl mı?
                Newroz sonrası Ankara Kızılay’da dolaşırken bir sineği bile incitmeyecek, hümanist, insan hakları savunucusu bir dostla karşılaştım. Sohbet sırasında Newroz ’dan söz açılınca birden bire sinirlendi ve ’’canım çok yanıyor , ne yapacağımı bilemiyorum, bu böyle devam etmez, farklı bir şeyler olmalı’’ dedi. Ben daha fazla zorlamadım ama arkadaş devam etti ‘’bu devlet biz Kürtler istemediğimiz halde, bizi zorla devlet sahibi yapacak’’ diye ekledi.
                Bu baskıcı süreç ılımlı, liberal, barışsever, hümanist birini bu duruma getirdiyse bölge’ de yaşayan, her gün kurşunla, tankla, topla, ölümle burun buruna olanları ne hale getirmiştir. Bu ruh halini birçok insan da görmek için sosyal-psikolog olmaya gerek yoktur. Basit bir gözlem ve sohbetlerle bu tespit yapılabilir. Bu durumu birçok insanda görüyorum. Bu tespiti BDP’ de yapmış olmalı ki, Genel Başkan Selahattin Demirtaş haklı olarak ‘’ biz barışı savunan son kuşağız’’ diyordu. Sayın Demirtaş kitlenin ruh halini doğru tespit ettiği için bu açıklamayı yapmıştır.
                Görüldüğü gibi AKP halkı PKK’den koparmak için şiddet uyguluyor ama halk PKK’den kopmak bir yana PKK etrafında daha da kitleselleşiyor. Kürtleri tanımayanlar bu duruma şaşırıyor, Rejim savunucuları olay karşısında afallıyor.
                Rejim Kürt sorununu çözmek istemiyor, çözmek isteseydi önce Kürtleri tanımakla işe başlardı. Önce Kürtlerin nasıl bir halk olduğunu; sosyolojini, psikolojisini, gelenek ve göreneklerini, inançlarını hatta genetikleşmiş özelliklerini öğrenmeye çalışarak işe başlardı. Şiddetin, Kürtlerin korkutamayacağını ve geri adım attırmayacağını, daha çok soruna sahip çıkacağını ve   radikalleşeceğini tespit ederdi. ‘’ Kürt inadı’’ diye dillendirilen ama esas olarak bir şeye inandıktan sonra asla bırakmayacağını, ona sarılacağını Kürtleri tanıyanlar bilirler. İsterseniz bir iki örnekle Kürtlerin bu özelliğini açalım.
                Kürtlerin en temel karakteristik özelliklerinin başında bir şeyi kolay kolay kabul etmeyecekleri, kabul ettikten sonra da bırakmayacakları gelir. İnanana kadar da inandıktan sonra da ağır bedel öderler/ödüyorlar. Bu realite Kürt genlerine işlemiş bir ilkedir.
                Bu halk Kemalist (Faşist) diktatörlük tarafından tepeden inme getirilen Kılık Kıyafet devriminin gereği olarak şapka takma zorunluluğuna karşı direndi, Şapka takmadı, mücadele etti, bu mücadelede onlarcasının kellesi gitti, katledildi. Ama bugün Kürtlerden başka şapka takan kalmadı. Aynı durum İslamiyet için de gereklidir. İlk önce İslamiyet’i kabul etmemek için direnildi. Ve ağır bedeller ödendi. Şimdi ise İslamiyet’i en doğal ve en orijinal haliyle yaşayan tek halktır. Arap, Fars ve Türk egemenlik rejimleri İslami Irkçılık için basamak yaparken, Kürtler İslam’ı olduğu gibi yaşıyor. İslam dinine dört elle sarılmış durumdadır. Bugün İslam’ı kimseye bırakmıyor. Uzun süre PKK’yi de kabul etmedi, direndi. Ama gelinen noktada PKK’ye inanıyor. Türkiye, ABD, AB ülkeleri, İran, Suriye, Irak, İsrail hatta Talabini ve Barzani Kürtlerin PKK’yi bırakması için ellerinden geleni yapıyor, halkı PKK’den koparamıyorlar. Tam tersine halk PKK etrafında kitleselleşiyor, birleşiyor. Bütün dünya sistemi Kürtleri PKK’den soğutamıyor. Bu PKK’ye sarılış inat değil, inançtır.
                Kürt halkı inandığı şeyleri inadına savunur. Şu anda DEMOKRATİK ÖZERKLİĞE inanıyor, inandığı için de savunuyor. Ancak Kürtlerin üzerine daha fazla gidilirse, şiddet daha çok tırmandırılırsa, bu inancın yerini Türkiye’den uzaklaşmak ve ruhsal kopuş ardından fiziki kopuş alırsa bunun sorumlusu Kürtler olmayacaktır. Sorumlusu dizginsiz devlet terörünü uygulayanlar olacaktır. Benden söylemesi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder