4 Ekim 2012 Perşembe

MAKALE


AKP KONGRESİ VE İMRALI  - OSLO GÖRÜŞMELERİ ÜZERİNE

                Eğer ben bir gazetenin manşetlerini belirleyen konumda olsaydım AKP Kongresiyle ilgili atacağım manşet ‘’DAĞ FARE DOĞURDU’’  y a da ‘’ AKP’NİN ŞARK CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK’’ olurdu. Haberin alt başlığını da ‘’ Erdoğan eski Erdoğan, AKP eski AKP’’ biçimde belirlerdim.
                AKP Kongresini Müslüm Gürses konserinden ayıran tek şey kimsenin ellerine, bileklerine jilet atmamasıydı. Erdoğan’ın bol bol şov yaptığı konuşmasında ne demokratikleşme vurgusu, ne AB normları, ne de Kürt Sorununa çözüm perspektifi vardı.  
                Kürt Sorununun önemli ölçüde çözüldüğünü söylerken, verdiği örnekler ekonomik yatırımlar, yapılan yollar ve havaalanlarıydı. Sorunun ekonomik değil, siyasi olduğunu  artık uzaylılar bile biliyor. Ama Başbakan hala sorunu çarpıtmakla, ismini doğru koymamakla uğraşıyor. Başbakan’a bu konuda söylenecek tek söz şudur: Sayın Başbakan Kürt Coğrafyasında bütün evleri altından yapsanız, bütün yollara asfalt yerine altın döşeseniz dahi bu sorun çözül(e)mez. Aslında Kürt sorununun ekonomik olduğunu söylemek, Kürtleri aşağılamaktır. ‘’Sizi para - pul ile yola getiririm’’ demektir. Yapılan asfalt yolların, havaalanlarının ise askeri operasyonları kolaylaştırmak için olduğunu bilmek için kahin olmaya gerek yoktur.
             

4 Ağustos 2012 Cumartesi

MAKALE


             TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER VE  ‘’ÇOK PARTİLİLİK’’
 
Cumhuriyet rejimi daha Osmanlı’nın karnında enbriyon halindeyken demokrasinin en temel ilkesi olan  ‘’çoğulculuk’’ ilkesi yerine ‘’çoğunlukçuluk’’ şekillenmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren de çoğulculuğun gerçeği olan hiçbir muhalif gelişmeye müsaade edilmemiştir. Yani Osmanlı’dan devralınan miras, yeni rejim sürecinde de devam ettirilmiştir. Her gelişmenin devlet çıkarına hizmet etmesi istenmiş, buna uymayanlar ezilmişlerdir. Ezdikleri bu muhalif güçlerin yerine sahteleri üretilmiş ve bunlar gerçekmiş gibi sunulmaya çalışılmıştır.
1923 yılında kurulan rejimin adı Cumhuriyet olsa bile kendisi kaskatı bir sömürü düzeni ve bir diktatörlüktür. Tüm Cumhuriyet süreci incelendiğinde muhalif güçlerin başına nelerin getirildiği açıkça görülebilir. 1925 yılında Rauf Orbay’ın Genel Başkan olduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Sex Said ve ayaklanmayla ilişişi olduğu gerekçesiyle kapatılmış, milletvekillerinden bazıları tutuklanmış, Rauf Orbay yurtdışına kaçmıştır. Yeni rejimin vermiş olduğu sözlere rağmen, Kürtlerin demokratik taleplerini yerine getirmeyeceğinin  anlaşılmasıyla birlikte muhalif Kürtler isyan etmiş, her isyan kanla bastırılmıştır. Alevilik resmi anlamda tanınmamış üzerlerine gidilmiş, ibadetleri yasaklanmış, katliama tabi tutulmuşlardır. Hristiyan azınlıkların mallarına – mülklerine el konmuş, Müslüman olmaya zorlanmış , göç ettirilmiş ve her türlü zalimane uygulamayla karşı karşıya bırakılmışlardır.

3 Temmuz 2012 Salı

MAKALE

AKLINA GELENİ SÖYLEYEN , AKLINA GELMEYENİ YAŞAR
KEMAL OKUTAN
İttihat terakki partisin Türk-İslam sentezi ile donanmış versiyonu(daha doğrusu fonksiyonu) olan AKP den sadece Anadolu halkları değil , komşu halklar da çekmektedir. AKP her anti-demokratik iktidar gibi içte sıkıştıkça dışta da halklara zarar veriyor , acı çektiriyor. Tüm bölge halkları batının jandarmalığına soyunan AKP nİn politikalarından nasibini alıyor, hışımına uğruyor. Halklar her gün bir savaş senaryosuyla uyanıyor, savaş ve çatışma tedirginliği yaşıyor.
Öncelikle içte halklarımıza reva görünen AKP uygulamalarına bakalım; Kürt , Türk, Laz, Çerkez , Rum, Ermeni… halkları başbakanın demokrasi, özgürlük, kardeşlik söylemlerine rağmen iyi bir gün görmedi. Kürt çoğrafyamızda adeta ateş yanıyor. Bu ateş her gün onlarca eve düşüyor, evleri, yuvaları yakıyor bölge ateş topuna dönmüş durumda. Her gün analar ağlıyor, ocaklar sönüyor. Katliamlar tam gaz devam ediyor, analar babalar çocuksuz kalıyor, çocuklar anasız, babasız, kardeşsiz kalıyor. Ama iktidar demokratik çözüm yerine şiddeti tırmandırıyor.

19 Haziran 2012 Salı

MAKALE


CHP’NİN GİRİŞİMİ, ŞÜPHELER ve HDK’NİN ROLÜ
CHP’nin Kürt sorununa çözüm adına diğer siyasi partilere yaptığı çağrı olumludur, desteklenmesi hatta geliştirilmesi için değerlendirilmesi gereken bir girişimdir. Kürt halkı, partisi, kurumları, dışarısı, içerisi bu Çağrıya olumlu yanıt verir, veriyor da. Daha ilk anda BDP genel Başkanı Sayın Demirtaş’ın açıklaması da bu yöndeydi. Kürt Hareketinin genel yapısının da bu girişimi olumlu karşıladığından şüphe yoktur. Bu konuda Kürt tarafında bir problem yok. Çünkü Kürt hareketi açısından barış  taktiksel olarak değil, stratejik olarak ele alınıyor. Kürt hareketi yıllardır barış konusunda samimiyetini her alanda gösteriyor. Hareketin tarihi tarafsızca incelendiğinde, defalarca tek taraflı ateşkesler, barış girişimleri, hükümet ve devlet yetkililerine gönderilen mektuplar, çizilen yol haritaları v.s. görülebilir. P.K.K lideri Sayın Öcalan’ın savunmaları adeta birer barış manifestosu niteliğindedir.
Girişimin duyulmasının ardından yapılan tartışmalar Kürt Hareketinin barış çabaları beyinlerden ırak tutularak yürütülmektedir. Barış’ın bir tarafı görülmeyerek, sinsice üzerinden atlanarak sürdürülmek istenmektedir. Barış’a böyle yaklaşılamaz. Barış böyle gerçekleştirilemez. Barış tek ayak üzerine oturtulamaz. Dünyada tek ayaklı barış yoktur, olmamıştır.

5 Haziran 2012 Salı

MAKALE


                                            DÜŞÜNCE, ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ VE KCK OPERASYONLARI
 

            Bir siyasal sistemin demokrasi olması için seçimlerin, parlemantonun, mahkemelerin ve diğer bazı kurumların olması yeterli değildir.Demokrasinin olmazsa olmazlardan biri ve en önemlisi çoğunluğun azınlığın haklarına saygı göstermesinin yanında azınlığın çoğunluk durumuna gelebilmesinin yollarının açık olmasıdır. Azınlığın kendini özgürce ifade etmesi, örgütlenmesi ve çoğunluk durumuna geçme yollarının açık olması demokrasinin en vazgeçilmez kuralıdır.DKÖ'lerin, sendikaların, odaların ve sivil toplum örgütlerinin seslerinin kısıtlandığı , görüş ve önerilerinin dikkate alınmadığı rejim demokrasi değil, bir çeşit egemenler ve seçkinler demokrasisi olur. 

            Çok seslilik, çok renklilik demokrasilerde esastır. Demokrasi tek sesli, tek renkli rejim değildir. Demokrasi iktidadakilerin ve egemenlerin her istediğini yaptığı, muhalefetin baskı altında tutulduğu bir rejim asla değildir. Demokrasi, her kurum, kuruluş ve bireyin yönetim üzerinde söz ve karar sahibi olarak etkin olduğu rejimdir. 

            Çoğulculuk demokrasinin en temel ilkelerinden biridir. Bu ilke hiç kimse tarafından yok sayılamaz. Bir ülkede fikirler ne kadar serbestçe tartışılıyor ve örgütleniyorsa, o ülkede demokrasi o kadar gelişir.

            Düşünce özgürlüğü, her türlü düşüncenin konuşulup, tartışılmasını gerektirir. Düşünce, ifade ve anlatım özgürlüğünün olduğu bir ülkede şu görüş yasak, bu görüş serbest denilemez. Her insan inandığını ve düşündüğünü açıkça ve serbestçe savunur. Devlet hiç kimseye baskı uygulayarak kendi ideolojisini dayatamaz. Demokrasilerde devlet ve devlet görevlileri gibi düşünmeyenler de düşüncelerini söyler, savunur, Hiçbir cezai müeyide ile karşılşmazlar. Esasen çağdaş demokrasilerde devletin ideolojisi olamaz.

      

20 Mayıs 2012 Pazar

MAKALE


 
HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ BAŞARMALIDIR

            Toplumsal sorunları çözmek adına yola çıkanların doğru zamanda başlaması sonuç almaları açısından sadece gerekli değil, zorunluluktur. Zamanından önce Ya da sonra başlayanların doğsalar bile zamanla eriyip gitmeye mahkum olduklarının örneklerine dünyada ve Türkiyede bolca rastlarız. Böyle siyasi ve toplumsal yapılar halkta karşılık bulamazlar.

            Eğer modern Kürt hareketi 12 Eylül askeri diktatörlüğünün ortalığı kasıp kavurduğu bir ortamda ; tüm toplumun sindirildiği, yaprağın bile kımıldamadığı süreçte harekete geçmeseydi bu denli başaralı olamazdı. Çünkü sinmeye başalamış olanlaın kini, öfkesi, umudu oldu. Tabii hareketin doğru yürütülmesi, halka yaklaşımı, güven verici olması, stratejisi ve ona uygun taktiklerinin doğru olması da yükselmesi için önemlidir.

            İşte bu nedenlerden ötürü HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ'nin tam zamanıdır. Doğru zamanda ve doğru zeminde başlamıştır. Şartlar çok uygun, zemin gelişmesi için olanak sunmaktadır. Yeterki bu durum doğru kulanılsın.

6 Mayıs 2012 Pazar

MAKALE


ARAM TİGRAN’A SAYGI İTTİHATÇI TERÖR ÖRGÜTÜ VE ERMENİ SOYKIRIMI

                Kürt halkı açısından bilimsel ve sosyolojik çalışmalarıyla büyük değer yaratan İsmail Beşikçi neyse kadife sesiyle Kürt müziğini, kültürünü, geliştiren Aram Tigran da odur. Aram’ın anısı önünde saygıyla eğiliyor, İsmail Hoca’ya uzun ömür diliyorum.
                Kürtler vefalı bir halktır. Her ikisini de seviyor; değer veriyor.
             Ben daha 11 -12 yaşımdan itibaren Aram’ın sesiyle büyüdüm, heyecanlandım, hüzünlendim, sevindim, efkârlandım… O dönemde köyümüzde bulunan birkaç radyodan biri bizim evdeydi. Radyoyu yazları dama çıkarır, son sesini açar, bütün köylüye Aram’ı dinletirdim. Erivan radyosunda o kadife ses, enfes Kürtçe ezgilerimizi bize sevdirirdi.
                Aram’ı sadece bir müzik adamı olarak değerlendirmek onu tanımamaktır. Onu tanıyanlardan biri olarak Aram Tigran’ ın hümanist, barışsever ve halklarımız arasında kültür elçisi olduğunu biliyorum. İyi bir aydın, derin filozoftu Aram. Ermeni lafını duyunca aklıma hep o büyük insan gelir. 

22 Nisan 2012 Pazar

MAKALE


KAHROLSUN FAŞİZM DEMİYECEĞİZ
FAŞİZMİ BİZ KAHREDECEĞİZ!

            Türk egemenlik rejiminin siyasal alanında kimlerin at koşturacağına karar verenler, demokratik siyasi görüş ve eğilimleri bin bir türlü baskı ve entrikalarla engelleyerek kendi çıkar ve anlayışlarına uygun yapılara zemin hazırlarlar. Bu rantçı siyasilerin gelişmesi önündeki  Kürt demokratik  ve Türkiye demokratik muhalefeti ortadan kaldırarak, yandaş anlayışlarından kimilerine ‘’sol’’ , kimlerine ‘’sağ’’ yaftalar yapıştırır ve onları halkın onayına sunarlar.
           
Yani; egemenler Anadolu Coğrafyasında birbirlerinin benzeri olan siyasi görüş ve partileri allayıp- pullayıp farklılaşmış gibi göstererek, halkın benzerler arasından tercih yapmasını sağlarlar. İki ya da birkaç yanlış siyası yapı halkın önüne getirilir, halk da bu yanlış ve benzerler arasında birini tercih etmek zorunda kalır. Çünkü siyasi alanda doğru demokratik anlayışlar ya yok edilmiş ya da Bizans oyunlarıyla halkın bu demokratik anlayışları tercih etmesi engellenmiştir.

Rejimin kuruluşunun ilk yıllarından itibaren faşizan baskılara isyan eden Kürtlerin üzerine çok şiddetli gidilerek isyanlar kanla bastırılmış, Koçgiri, Dersim, Şeyh Sait ve Ağrı’da Kürt muhalefeti yok edilmiştir. Yine sosyalist ve sol muhalefetin gelişmesine fırsat verilmeyerek Kemalist anlayış ‘’Sol’’ gibi gösterilerek gerçek sol engellenmiştir. Gerçek muhalif İslamcılar tasfiye edilmiştir. Böylece tüm muhalif odaklar yok edilmiştir. Birbirinin benzeri olan Faşist partiler piyasaya sürülmüştür.

15 Nisan 2012 Pazar

MAKALE


                          ÇİFTE STANDART

Çifte standart uygulamaları egemen rejimin genel politikalarının en önemlilerinden biridir. Bu politikanın en çok pratikleştiği alan ise  ‘’Dış Türklerin’’ yaşadıkları bölgelerdir. Hangi hükümet gelirse gelsin bu durum değişmez .’’Dış Türklere’’ sahip çıkma içerde şovenizmi geliştirme , ırkçılığı yayma aracı olarak da kullanılır. Bu politikanın zihinsel arka planında faşist ideolojinin en temel felsefesi olan ‘’Turan’’ fikri yatar. İktidara egemen olan tüm grupların, egemen bürokrasinin tümünün hayali bir gün tüm Türkleri aynı sınırlar içinde ve aynı bayrak altında toplamaktır. Hayal da olsa resmi ideolojiyi savunan herkesin kafasının bir yerinde bu hayal yatar.

Türk siyasal partilerinin tümü faşizan eğilime sahip oldukları için çifte standardı uygulamaktan kaçınmazlar, çekinmezler. İçerdeki sorunlara emsal teşkil etmesinden de gocunmazlar. Örnek uygulamalar çok çarpıcı derslerle doludur. Cumhurbaşkanı, Başbakan Avrupa ülkelerine yaptıkları gezilerde orada yaşayan Türkleri toplar ‘’asimilasyona uğramayın, kimliğinizi kaybetmeyin’’ derler. Bunu diyenler Kürtler söz konusu olduğunda kimliklerini unutmaları için her türlü şiddeti uygulamaktan kaçınmazlar. Yunanistan’da, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin demokratik halkları konusunda nerdeyse o ülkelerle savaşı göze alırlar, Kürtlerin haklarını vermemek için her türlü baskıyı uygularlar. Kıbrıs’ta yaşayan birkaç yüzbin Türk için federasyonu az bulup bağımsızlık isterler, Kürtlere de kendi ana dillerinde eğitim hakları vermezler. v.s v.s.   

13 Nisan 2012 Cuma

MAKELE

KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEYE MECBUR DEĞİL, MAHKÛMSUN BAŞBAKAN !
                T.C. yöneticilerinin önemli açıklamaları yurt dışına giderken uçakta ya da yurtdışındayken yapma geleneğini Erdoğan da bozmadı ve Kore’ye giderken çeşitli konulara ilişkin açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin en temel ve can alıcı (can alan) sorunu olan Kürt sorununa ilişkin, ‘’Terör örgütüyle mücadele (Silahlı mücadeleyi kastediyor, sanki bugüne kadar durmuştu) siyasi uzantılarıyla müzakere edeceğiz’’ diyordu. Yani kısaca; yüzyıllık soruna yüz yıldır uygulanan ama hiçbir sonuç alınamayan şiddet yöntemini sürdüreceklerini ifade etti.
                ‘’Siyasi uzantıları’’ diye ifade ettiği BDP ile müzakere de ne demek? Mecliste grubu olan siyasal bir partiyle müzakere de ne demek oluyor? Senin milletvekillerinin onlarca katı kadar oy alarak meclise giren milletvekilleri ile ve partileri ile görüşmek zaten normal ve olması gereken değil mi? BDP ile görüşmek Kürtlere bir lütuf mu? ABD başkanının, AB liderlerinin görüştüğü, muhattap aldığı, Kürtlerin yasal temsilcileri olarak tescil olunmuş bir parti ile görüşmeyi sanki bir işmiş gibi sunmak, halkı enayi yerine koymaktır. BDP ile görüşmek senin zaten görevin ve buna mecbursun. Bir zorunluluğu yerine getirmeyi ifade ederken ‘’Ey Kürtler bakın ben BDP ile görüşeceğim’’ diyerek onlara şirin gözükmek küçücük bir Bizans oyunu değilse nedir? Bu ayak oyunlarıyla dev gibi bir sorun çözülebilir mi?
               PKK ile silahlı mücadeleye gelince; otuz yıldır zaten aynı şeyi öncekiler de sen de yapıyorsunuz? Sanki bugüne kadar başka bir yöntem uygulanıyormuş da bugün silahla karşılık vereceklermiş gibi anlatıyor Erdoğan? PKK'ye karşı  denenmiş ama hiçbir sonuç alınmamış yöntemle bugüne kadar ne sonuç alındıysa, bugün de aynı sonuç alınır. Otuz yıldır ne olduysa bugün de aynı şey olur. Sıkıyönetimler, DGM’ler, köy boşaltmalar, toplu katliamlar, orman yakmalar, dağ-taş bombalamalar, neyi çözdüyse bugün bu yöntemle onu çözersin. Bu eskimiş bir yöntemdir, eskiyen yöntemlerden de yeni bir şey çıkmaz. Ecevit, Türkeş, Çiller, Baykal, Yılmaz bu yöntemden ne kazandılarsa sen de onu kazanırsın Sayın Erdoğan . Bu yol, yol değildir. Bu yol çıkmaz yoldur.

1 Nisan 2012 Pazar

MAKALE


                                               KÜRT İNADI MI, KÜRT İNANCI MI?

                Newroz kutlamalarına gösterilen tahammülsüzlük rejimin muhaliflere, en başta da Kürtlere nasıl baktığını, hak ve özgürlüklere yaklaşımının ne olduğunun göstermesi bakımından önemli bir olgu olarak karşımızda duruyor. Bu gösteriler sırasında uygulanan şiddet politikası kendisine insanım diyen herkesin yüreğini sızlattı, içini acıttı. Esasen 90.’lı yılların şiddet politikasından kopmayan rejim ‘’devleti değiştiriyoruz, demokratikleşiyoruz’’ söyleminin de ‘’Turistlere ayıp olmasın’’ diye söylenen bir propaganda sloganı olduğunu gösterdi, bu sloganın anlamsız olduğunu kanıtladı. Bu rejim nasıl demokratikleşti? Bu devletin neresi değişti? Bu değişikliği biz neden göremiyoruz?
                Değişmek kutlamalar sırasında havadan, karadan insanların üzerine gaz bombaları yağdırmak mıdır? İnsanları yerlerde sürüklemek, tekmelemek, kafa ve kollarını kırmak mıdır? Kadınların , çoluk ve çocukların ölesiye dövülmesi, vicdansız ve pervasızca saldırmak mıdır? Newroz’u kutladılar diye insanları toplama kamplarına atar gibi gözaltına alıp, tutuklamak mıdır? Nedir değişim? Bu uygulamaların 1990’ların uygulamalarından farkı ne? Daha ne yapılacaktı? Bir tek kimyasal silah kullanılmadığı kaldı, onu da kullansalardı? CHP-MHP koalisyonu iktidarda olsaydı, bunlardan farklı ne yapacaktı?
                Mevcut rejimi sürdürmek, korumak söz konusu olduğunda CHP, MHP, AKP’nin hiçbir farkları olmadığını görmek için siyasi miyop olmak gerekir. Hele ki, Kürtler söz konusuysa tüm partiler faşizan uygulamalarıyla yarışırlar, yarışıyorlar da!
          

25 Mart 2012 Pazar

MAKALE


SAHİBİNİN YALANCISI BASIN VE MEDYA

                Türk egemenlik rejiminin psikolojik savaş tetikçiliğini basın ve medya üstlenmiştir. Manşetleri, haber başlıklarını, makale ve haber içeriklerini belirleyen rejimin ihtiyaçlarıdır. Bu haksız, hukuksuz, adaletsiz rejimin ihtiyacı ise; olayları ve olguları çarpıtarak ters-yüz etmek, haksızı haklı, adaletsizi adaletli, yanlışı doğru göstermektir. Basın ve medya’ ya bu rol başından itibaren verilmiştir. Onlar da bu rolünü benimsemiş ve gereğini pratikte fazlasıyla yerine getirmektedirler.
                Basın ve medya patronları bu rolü oynayarak, yerine getirirken rejime olan diyet borçlarını ödemektedirler. Çünkü Türk basını ve medyası rejimin arpalıklarından beslenmektedir. Bunun karşılığında da sahibinin (yani rejimin) sözü, gözü, kulağı ve yalancısı olmaktadır. Öyle ki; rejimin yargılamak istediklerini, hızlı davranarak yargılamakta, cezalandırmak istediklerini mahkemelerden önce cezalandırmakta, katletmek istediklerini katillerden önce katletmekte, işkenceciden hızlı hareket ederek işkenceye tabi tutmakta, bölmek istediğini jet hızıyla bölmektedirler.
               
               

17 Mart 2012 Cumartesi

MAKALE


HÜKUMET VE BASINDAN İNCİLER

Kürt halkı dünyada dostu az olan halktır. Ama halkımızın öyle bir dostu var ki, bütün mazlum halklara böyle bir dost nasip olsun dilerim. Bu dost değerli bilim adamı, sosyolog, Kürtlerin SARI HOCA’ sı İsmail Beşikçi’dir. Halkın bilinçlenmesinde, yurtseverlik bilincinin gelişmesinde emeği inkar edilmez İsmail Hoca’nın. Bundan dolayı Kürtler onu çok seviyor ve son derece saygı duyuyor.



Hoca ile üç kez Ankara Ulucanlar cezaevinde aynı koğuşta bulunma onurunu, onu tanıma şerefini kazanmış, ondan çok şey öğrenmiş biriyim. Hoca hep yazdığı için onunla yemek aralarında sohbet etme fırsatı buluyordum. Bir seferinde önünde saygıyla eğilerek ‘’ hocam sizin 1969’da yazdıklarınızla 1994’de yazdıklarınız aynı, değişen bir şey yok ‘’ dedim. Hoca da bana ‘’1969’un sorunlarıyla, 1994’ün sorunları aynı, bir şey değişmedi ki ben de değişik bir  şeyler yazayım’’ dedi. Elbette İsmail Hoca çok haklıydı. Bakıldığı zaman bir arpa boyu yol kat edilemediğinden yine benzer şeyler yazıyoruz. Şimdi yazdığım yazı da öncekilere benzeyebilir. Dostlar kusura bakmasın.

7 Mart 2012 Çarşamba

MAKALE

                                                            
  SOYADINDA TÜRKLEŞTİRME ve SOSYOLOJİ KATLİAMI

            Haksızlık ve adaletsizliğe uğrayan, açlık ve yoksulluk çeken, eşitlik ve özgürlükten yoksun olanların gülmesi biraz zordur. Gülmeyi unutan bu kesimleri bazen bir fıkra, bazen bir hikaye , bazen bir film, bazen de başka bir sanat eseri güldürür.
           
          Aziz Nesin, yazdığı hikayelerle kendi döneminde yaşayan bu kesimlerin   imdadına yetişen insan oldu ve onların gülmesini sağladı. İlyas Salman, Kemal Sunal filmleri de  aynı kategoride değerlendirebilir.

            Aziz Nesin’in yazdığı hikayelerden biri beni hem güldürdü hem de düşündürerek kafamda soru işaretlerinin oluşmasına neden oldu. Bu hikaye, benim küçücük bir araştırmaya yönelmeme de neden oldu.

              Bakınız bu araştırma beni nerelere götürdü !



25 Şubat 2012 Cumartesi

MAKALE

ŞOK EDEN HABERLER VE HAKLI SORULAR

                Geçen haftalarda televizyonda haber izlerken, okunan bir haberi çok çarpıcı ve ilginç buldum. Cümleler spikerin dudaklarından tane tane dökülürken, haberin uluslararası bir kuruluşun ya da bir insan hakları savunucusunun Türkiye ile ilgili raporu veya açıklaması sandım. Ancak, başbakan Erdoğan ekranda göründü ve ‘’ kendi halkına kurşun sıkan, eziyet ve işkence yapanlar huzur getiremezler, devlet terörü devam ettikçe, masum insanlar katledildikçe, barış olamaz…’’ dedi Haberin tümünü dinlediğimde başbakanın, Esat ve Suriye rejimini eleştirdiğini anladım.
                Başbakanın Esad’a yönelttiği eleştirileri alın Türkiye’ye uygulayın. Şöyle bir haber çıkabilir: ‘’Şırnak’ta, Dersim’de, Mardin’de, Siirt’te… Devlet görevlileri 'kendi halkımız !' dediği Kürtlere havadan, karadan bomba, kurşun yağdırıyor, eziyet ve işkence yapıyor, Kürt Coğrafyasında devlet terörü devam ediyor…’’
                       
                Başka bir gün duyduğum  başka bir haber: ‘’İstanbul’da Kılıç Ali Paşa Camiinde bir ilk gerçekleşti ve İngilizce hutbe okutuldu..’’ İngilizce binlerce km. ötelerde bazı devletlerin resmi dili. Kürtçe bu coğrafyada binlerce yıldır konuşulan bir dil. Bütün dillere gösterilen bu müsamahaya karşın Kürtçeye duyulan bu tepki neden? Neden Kürtçe  hutbe, mevlüt v.s. okumak isteyen din adamlarına, dinleyen Müslüman Kürtlere hain muamelesi yapılıyor? Sizler bu ülkeyi Kürtlerle değil de, İngilizlerle birlikte mi kurtardınız yoksa?


20 Şubat 2012 Pazartesi

MAKALE


KCK OPERASYONLARI VE DEMOKRATİK ÖZERKLİK


Çok büyük olaylar bile bazen bir cümlenin içine sığdırılır, bir cümleyle ifade edilir. 21.Mart.1991 tarihinde Dağlıoğlu Mahallesinde yapılan Newroz gösterileri gerekçe gösterilerek Adana Emniyet Müdürlüğünde gözaltındayken işkence yapan polis bana ‘’Sen PKK’lisin, çık dağa savaşalım. Senin burada ne işin var ?’’ diyordu. Ben o gün bu görüşün sırdan bir polisin görüşü olmadığını, devletin legal alanının Kürt hareketi tarafından doldurulmasını istemediğini düşünmeye başladım. O günden sonraki gelişmeler özellikle de son KCK operasyonları bu görüşümün ne kadar doğru olduğunu gösteriyor.  Kürt hareketinin legal alanda yaşadıkları bu durumun kanıtıdır.
Eğer gözlemlerim beni yanıltmıyorsa (ki yanıltmadığına inanıyorum) devlet kürt hareketinin bölünmeyi savunmasını, Türk halkıyla bağ kurmamasını, daralmasını, kitleselleşmemesini, barışı savunmamasını, daha çok siyasallaşmayarak legalleşmemesini istiyor, bunu dayatıyor. Devlet dar askeri alana sıkışmış, dağda ara – sıra eylem yapan, halkla bağı kopan bir kürt hareketini, legalleşmeye çalışan harekete tercih ediyor.

19 Şubat 2012 Pazar

SAVUNMA 5


1997 yılında TSKnin Güney Kürdistana yaptığı kapsamlı operasyonu protesto ettiğimize ilişkin davanın savunmasıdır


(2) NO’LU DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

ANKARA

   Konu  : İddianameye Yanıt

   Esas    :


   Sayın mahkeme heyeti,

   Türkiye’nin hukuk tarihinde düşüncenin yargılandığı binlerce dava vardır. Aralarında Musa Anter, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Çetin Altan, İsmail Beşikçi... gibi yazar, şair ve aydının da bulunduğu yüzlerce düşünür düşüncelerini açıkladıkları için mahkeme önüne çıkarıldılar. 1990 yılına kadar aydınlar, T.C.K’nın 141-142. maddelerini ihlalden, 1990 sonrası T.M.K’nun 8. maddesi, T.C.K 159. 312. maddelerine muhalefetten yargılandılar, yargılanıyorlar. Aydınlar dün de düşüncelerinden dolayı cezaevindeydiler, bugün de cezaevindeler. İsmail Beşikçi dün “milli duyguları zayıflatmaktan”, bugün “bölücülük propagandası yapmaktan” dolayı demir parmaklıklar arkasında.


   Artık çağdaş dünyanın kurtulduğu bu ayıp, Türkiye’de hala ayıp olmaya devam ediyor. Düşünce hala “tehlikeli düşünce” diye ayırıma tabii tutuluyor. Oysa düşüncelerin “tehlikelisi”, “tehlikesizi” olmaz. Düşünce “doğru düşünce”, ya da “yanlış düşünce” diye ayrılır.


SAVUNMA.4

Cabbar Gezici’nin itirafları sonucu hakkımda açılan örgüt üyeliği davasına ilişkin SAVUNMAMDIR



3 NOLU DGM Başkanlığına,

İSTANBUL


Esas : 1994/87

Konu : Savunmamdır

Sayın Mahkeme Heyeti;

Son derece gayri ciddi, boş, maddi temelsiz ve mesnetsiz suçlamalar sonucu yargılanmak üzere, karşınıza getirilmişbulunmaktayım. Bu iddianamenin hazırlanmasına konu olan olayları ve iddianameye yanıt olabilecek gelişmeleri kısaca anlatmak istiyorum.

09.09.1994 tarihinde, İstanbul’da misafir olarak kaldığım eve baskın yapılarak gözaltına alındım. Gözaltına alınma gerekçemi sorduğumda bana “hakkınızdaki gıyabi tevkiften dolayı gözaltına alındınız” dendi. Ancak hakkımızdaki gıyabi tevkif kararı vicahiye çevrilip cezaevine dinmem gerekirken altı gün gözaltında kaldım ve siyasi polisler tarafından, soğuk su dökme ve elektrik verme dahil, fiziki ve psikolojik işkenceye tabii kılındım. Daha sonra “HEP’i ve DEP’i PKK çizgisine çekmek ve yönetmek iddiasıyla savcılığa çıkarıldım. Yedek hakimlik beni serbest bıraktı.




13 Şubat 2012 Pazartesi

MAKALE

SARAY SAVAŞLARINI KİM KAZANACAK
T.C.’nin Osmanlıdan kopuş söylemi büyük bir yalan ve çarpıtmadır. T.C. Osmanlının gelenek ve göreneklerini, kurumlarını, kadrolarını, saray savaşlarını v.b. gibi birçok alt ve üst yapı kurumlarını devralmıştır. Ancak 1923’te kurulan çarpık rejimin yöneticileri, Osmanlı’yı yıkarak yeni bir Cumhuriyet kurduklarını, Cumhuriyet’in Osmanlı’dan farklı bir yönetim biçimi olduğunu tekrarlayarak propagandasını eğitim, basın, yayın gibi yollarla belleklere yerleştirmeye çalıştılar. Osmanlının Teşkilat-ı Mahsusası MİT, Hamidiye Alayları koruculuk , İstiklal Mahkemeleri  Özel Yetkili Mahkemeler olarak devam ediyor.
Biraz açarsak; Emniyet Müdürlüğü binalarının önünden geçerseniz binalarının tepesinde, büyük harflerle ‘’Polis Teşkilatının 168. Yılı’’ yazısını görürsünüz. Peki, 89 yıl önce kurulan cumhuriyetin Emniyet Kurumu nasıl 168 yaşında olur? Askeri binalar, Tapu Kadastro , Maliye ve daha bir çok kurum binalarının önünde benzer yazıları görmek mümkündür.
Hala sürdürülen Koruculuğun atası olan Hamidiye alayları da kimi ağa, bey ve aşiret reislerine ayrıcalık tanımış, onları ermeni, alevi ve hatta kürt halkının genel çıkarlarına karşı kullanmışlardır. İşlevsel olarak hemen hemen koruculuğun taa kendisidir. Kürt halkını Osmanlıya bağlamanın organları olarak görev almışlardır. Şimdiki koruculuğun bundan başka rolü nedir? Bugün nasıl sürmektedir?